Mesajı Okuyun
Old 02-03-2008, 08:53   #9
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Fuat Bey ;

Adam öldürmeye teşebbüs suçlarında manevi ögenin tayininde en önemli ölçülerden biri,sizin de eklediğiniz gibi taraflararasında olay öncesine dayalı husumetin bulunup bulunmadığıdır. Ancak soruda bu ölçüyü değil,sanığın aldatıldığı şüphesi ile suçu işlemis olması
şeklinde başka ve daha özel bir manevi ögeyi irdelemeyi gerekli kılan bir anlatım vardı. Sorun ve aranan çözüm
sanıktaki bu kuşkunun hukuki sonuca etkisi ile ilgili olduğu için ağırlıkla bu konuya eğilmek gerekti.

Sizin bahsettiğiniz,sanığın cezai ehliyetini tamamen ortadan kaldıran devamlı ve bütünsel ruh sağlığı ile ilgili araştırma yöntemi de bu dava içindeki,sanığın ruhsal bütünlüğüne değil,aldatılma kuşkusunun ve bu kuşkunun boyutlarının bu olayı gerçekleştirirken cezai ehliyetini etkileyecek,olay anına özgü veya genel olarak cezai ehliyetini kaldıracak boyutlarda bulunup bulunmadığına yönelik sınırlı bir ruhsal alana ilişkin araştırma yapılması gereği ile farklılık arzeden bir özellik taşımaktadır. Bir kişinin genel olarak ruhsal yapısı sağlıklı,ancak belli bir konuda,alanda veya olay anında geçici olarak bu sağlığını ortadan kaldıran etkiler altında olabilir. Mesela bir insan tamamen normal olduğu halde,kleptoman olabilir ve hırsızlığı kleptomani rahatsızlığının etkisi ile işlediği anlaşılırsa ceza verilmez.Kleptoman olup olmadığı da ruh sağlığı ile ilgiliyetkin bilirkişilerce tayin edilebilir. Bunun gibi,olayımızda sanığın olay öncesine de dayalı yoğun ve sıkça tekrar eden kıskançlık krizleri sözkonusu ise ve bu duygusunun hastalık boyutunda olduğu ileri sürülüyorsa,mahkemece ruh sağlığı alanında uzman resmi sağlık kurulundan rapor aldırılacaktır. Rapor sonucuna göre de karar verilecektir.

Ayrıca,sanığın hedef aldığı bölge,darbe sayısı,yaranın ve mutad iştigalden alıkonma süresi gibi etkenlerin değerlendirilmesi ile ilgili aktarımınıza kısa bir süre öncesine kadar ben de katılmaktaydım. Yargıtay daha önceleri,hedef alınan bölgenin hayati olmasını öldürmeye teşebbüs kastını tayine yarar tek ölçü olarak almamakta ve olayların çoğunda,darbe sayısının azlığı ve eyleme devam etme imkanı varken devam edilmemiş olmasını yaralama vasfını kabule dayanak yapmakta iken,yeni TCK nun uygulaması ile gelişen ve konuya ilişkin pek çok sayıda içtihada konu olayda,hedef alınan bölgeyi dahi nazara almadan,yaranın ağırlığı ve ortaya çıkan sonucu,HATTA BAZI OLAYLARDA YARANIN YOKLUĞUNU,HAFİFLİĞİNİ,NAHİYESİNİ DAHİ ÖLÇÜ ALMADAN SIRF KASTI ÖLÇÜ ALARAK ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS VASFINI kabul ederek,eski uygulamayı sürdüren yerel mahkeme kararlarını bozmuştur.
Bu yeni anlayış ve uygulama dikkatimi çektiği için aktardım.

Son olarak,sanığın hazırlık aşamasından itibaren,ilk ifadede ve tutarlı olarak aldatıldığı sanısı ile suçu işlediğini ifade etmiş olması halinde,ceza yargılamasındaki " aksi sabit olmayan sanık savunmasına itibar edilmesi gerekeceği" ilkesinin de savunmada kullanılabileceğini hatırlatmak isterim. Ancak bu savunma cezadan kurtulmaya yönelik ve kurgu ise,itibar edilmeyecektir. Haksız tahrik uygulamasında önemli olan bir husus ta,haksız tahrik teşkil eden olayın objektif olarak değil subjektif olarak sanıkta mevcut bir inanç ve duygunun karşılığı olmasının yeterli olmasıdır. Yani sanığın iç dünyasında bir olayın varlığına inanmış olması ve ancak gerçekte öyle bir olayın olmaması mümkündür. Sanık yanılsama veya aldanma neticesinde,iç dünyasında haksız tahrik etkisi yaratan bir olayın varlığına inanarak suçu işlemişse o olayın yokluğuna rağmen haksız tahrik indiriminden yararlanabilecektir.