Mesajı Okuyun
Old 26-02-2008, 18:33   #4
mylassos

 
Varsayılan

Sayın Dilekgulsen;

Sormuş olduğunuz ek soru bakımından aşağıdaki karar yeterli olur kanımca.
Saygılar...






T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 1990/9-194

K. 1990/229

T. 15.10.1990

• SÜRE BAŞLANGICI ( Haksız Tutuklama Nedeniyle Açılan Tazminat Davasında )

• HAKSIZ TUTUKLAMA NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Hak Düşürücü Süre )

• TAZMİNAT DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE ( Haksız Tutukluluk Nedeniyle Açılan )

• TEFHİM ( Haksız Tutuklama Nedeniyle Tazminat Davasında Sürenin Başlangıcı )

466/m.2

ÖZET : Ceza davasındaki beraat kararı; ister sanığın isterse vekilinin yüzüne karşı veya yokluklarında verilmiş olsun, kesinleştikten sonra vaki tebliğden itibaren 466 sayılı Kanunun öngördüğü yasal süre işlemeye başlayacaktır.
DAVA : 466 sayılı Yasaya göre maddi ve manevi tazminat isteğinde bulunan Zakarya'nın bu davasının reddine ilişkin, ( İstanbul Altıncı Ağır Ceza Mahkemesi )nce 14.4.1989 gün 156/119 sayı ile verilen hükmü, davacı vekilinin temyizi üzerine inceleyen Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 24.10.1989 gün ve 2612/4256 sayı ile;
"Süreklilik gösteren yargısal görüşe nazaran 466 sayılı Kanunun 2. maddesinin öngördüğü kanuni süre beraet kararının kesinleştiğinin, tutuklu kalan sanığa tebliğ edilmesinden sonra işlemeye başlayacağından davacıya bu yönde bir tebligat yapılıp yapılmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi"
İsabetsizliğinden bozmuş,
Yerel Mahkeme ise, 18.12.1989 gün 262/374 sayı ile;
"Vekille takip edilen davalarda tebligat vekile yapılır. Karar, vekilinin yüzünde olduğundan, asile ayrıca tebligat gerekmez. Dava süresinde açılmamıştır".
Gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de, Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından süresinde istenildiğinden dosya, Yargıtay C. Başsavcılığı'nın bozma istemli 14.6.1990 tarihli tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Dosya içeriğine göre; 3.7.1981 günü gözaltına alınan ve 6.8.1981 tarihinde tutuklanan davacı hakkında, İstanbul Sıkıyönetim İki Numaralı Askeri Mahkemesi'nde, TCY.nın 141/4, 173/3, 142. maddeleri ile 1402 sayılı Yasanın 17., Askeri Ceza Yasasının 30., 1076 sayılı Yasanın 23. maddeleri gereğince cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. 21.2.1984 günü salıverilen davacı, adı geçen Mahkemenin 29.7.1986 gün, 2/178 sayılı kararı ile beraet etmiş ve karar davacı vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Davacı, 6.7.1987 tarihinde mahkemeye başvurarak 466 sayılı Yasaya göre maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Yerel Mahkemece, "beraet kararının davacı vekilinin yüzüne karşı verildiği ve3 gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece bozulmuştur.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık tazminat davasının süresinde açılıp açılmadığına ilişkindir:
21.4.1975 gün, 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, yasal hakların kullanılmasını sağlayabilmek için ilgililerin, haklarındaki karar ve hükümlerden haberdar edilmeleri Usul Hukukunun ana kuralları arasında yer almaktadır. Bildirilmeyen bir karar sonucunda, kişilerin yasal haklarını arayamaz ve alamaz durumda bırakılmaları adalet ilkeleri ile bağdaşmaz.
466 sayılı Yasanın 2. maddesinin ilk fıkrasında; "1. maddede yazılı haksız tutuklama ve benzeri nedenlerle zarara uğrayanların, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan dava sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde dava açarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebileceği" belirtilmiştir. Burada yasa koyucu, davacının bildiği bir kesinleşmeyi kasdetmiştir. Bu durumda maddedeki "kesinleşmiş karar" sözünü ilgilinin haberdar olduğu kesin karar anlamında yorumlamak gerekir. Yasadaki üç aylık başvuru süresi davacının beraet kararının kesinleştiğini öğrendiği tarihten itibaren başlamalıdır.
Öte yandan, beraet kararının sanık veya vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi de yeterli değildir. Tefhim edilen karar, kesinleşmiş bir beraet kararı değildir. Ayrıca ceza davasındaki vekilin yetki ve görevi, ceza davası ile sona ermiş olup tazminat davası ise yeni bir davadır. Vekilin tazminat davasını takip yükümlülüğü de yoktur.
Beraet kararlarının Yargıtay'ca onanması veya CMUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak davanın esasına hükmedilmek suretiyle Yargıtay'ca doğrudan beraet kararı verilmesi halinde de, bu kararların yerel mahkemece ilgiliye tebliği gerekir.
Açıklanan nedenlerle, ceza davasındaki beraet kararı ister sanığın, isterse vekilinin yüzüne karşı veya yokluklarında verilmiş olsun, kesinleştikten sonra vaki tebliğden itibaren, 466 sayılı Yasanın öngördüğü yasal süre işlemeye başlayacaktır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun duraksamasız uygulaması da bu doğrultudadır.
Olayımızda, İstanbul Sıkıyönetim İki Numaralı Askeri Mahkemesi'nin 13.3.1989 tarihli yazısında belirtildiği üzere, 29.7.1986 günü sanık vekilinin yüzüne karşı verilen hüküm, kararın yazımı, basımı tamamlandıktan sonra tebliğ için 27.1.1987 tarihinde kaleme teslim edilmiş ve bu tarihden sonra görüldüğü için Birinci Ordu komutanları gönderilmiştir. Mahkemece, kararın kesinleştiği kabul edilen 7.8.1986 tarihinde karar, Birinci Ordu. Komutanı tarafından görülmediğinden henüz kesinleşmemiştir. Yazılmayan bir karara dayanarak, tazminat davası açılması ve hak düşümü süresinin hüküm tefhiminden başlatılması olanaksızdır. Dava açma süresi, hakkında verilen beraet kararının kesinleştiğinin tutuklu kalan davacıya bildirilmesi ile başlayacağından, bu yönde araştırma yapılarak sonucuna göre davanın süresinde olup olmadığının saptanması için direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün istem gibi ( BOZULMASINA ), 15.10.1990 günü oybirliğiyle karar verildi.
yarx