Mesajı Okuyun
Old 09-12-2007, 23:04   #7
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

HMUK 76 : "Hakim resen Türk Kanunları mucibince karar verir" (Jura novit curia : Kanun,Mahkemece bilinir; Da mihi factum, dabo tibi jus : Olayı izah et ki hükmü vereyim)

Türk Usul hukukunda dava sebebi "maddi vakıalar" dır.

Taraflar dilekçelerinde hukuki sebepleri göstermek ve davanın türünü açıklamakla yükümlü olsalar da, aksinin yapılması dilekçenin veya davanın reddini gerektirmez.Davanın nitelendirilmiş olması hakimi bağlamaz.

Ne var ki tartışma, "hakların telahuku" durumunda ortaya çıkmaktadır.İki genel hükümün ikisi de maddi vakıaya uygulanabilir olduğunda, hakim hangisine göre karar verecektir?

Aşağıdaki İBK'na göre, hukuki gerekçe kesin olarak ve açıkça gösterilmemişse, davacının kendi lehine olan hükme dayanmış olduğu farzedilir.

Kuru'ya göre, mütelahik bir davada davacı kanun hükümlerinden hangisine dayandığını açık ve kesin olarak göstermiş olsa bile, hakimin bununla bağlı olmadığı ve davacı için lehe olanı tatbik etmesi gerekir.(Kuru, HMUK, s.950 vd)

Hirş'e göre, hakimin kural gereği tarafların iddia ve savunması ile bağlılığı prensibinden "kraldan ziyade kralcı" olarak yarışan haklarda hangisinin daha fazla davacının yararına olacağını incelemesi ve hele bunu yapmakla mükellef olması doğru değildir.(Pratik Hukukta Metot, Hirş & Çernis, 3 Baskı, sy. 20 vd)


Bu görüşlerden hareketle, davacının "kesin ve açık olarak" bir hukuki ilişkiye dayanmış olduğu olayda, hakimin iddia ile bağlı olmasından hareketle BK 100'e göre hüküm kurması gerektiğini düşünüyorum.Eğer davacı her ikisine de dayansa veya tam tersine hiçbir hukuki niteleme yapmasa idi, hakim davacının yararına olan maddeyi uygulamalıydı.

Bu arada belirtilmelidir ki, hernekadar BK 55 zamanaşımı açısından daha elverişsiz ve kurtuluş beyyinesi getirilme imkanı sunsa da, BK 100'de asıl borçlu ile alacaklı arasında "sorumsuzluk anlaşması" (yardımcının ağır ihmali ve kastı dahil) öngörülmüş olabilir.(Av. Hilal Kömürlü, Adam Çalıştıranın Sorumluluğu, THS)


Kolaylıklar Dilerim

Son Mesaj Sonrası Düzeltme : Uygar Bey, Sözleşme ilişkisi olmadığını belirttiğine göre, Hakimin incelemsini BK 100'e hasretmesi, sözleşmesel ilişki olmadığından davayı reddi cihetine gitmesi gerekir diye düşünüyorum.Bu durumda da yardımcı kişinin -zamanaşımı dikkate alınarak- BK 41 mesuliyeti devam edecektir.



Alıntı:
T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1958/15
K. 1958/6
T. 4.6.1958

.... hadisede kanunun iki hükmünün dahi tatbiki mümkün bulunan hallere hukuk dilinde ( Hakların telahuku ) denilmektedir. Böyle bir halin kabulü için tatbiki mümkün görünen hükümlerden birisinin diğerine göre hususi hüküm mahiyetinde bulunmaması şarttır. Çünkü umumi hükümle hususi hüküm karşılaşdığı zaman, hadiseye ancak hususi hükmün tatbik olunabilmesi, hukukun umumi kaidelerindendir. Her ne kadar Medeni Kanundaki 906 ile 908. maddeler hükümleri, zilyedin elindeki malın hak sahibine geri verilmesi halinin hukuki neticelerini tanzim etmek üzere kanuna konulmuş ise de ne kanunun metninden, ne de kanunun metninden, ne de gerektirici sebepler layihasından, hakiki mal sahibine malın geri verilmesi halinin neticelerine kanunun başka hükümlerinin tatbik olunamayacağı manası çıkmamaktadır. Esasen bir durum için kanunda ayrıca hüküm konulmuş olması, o durum hakkındaki hükmün kabul ettiği neticeleri doğuracak olan başka hükümlerin dahi o duruma tatbik olunmasına engel sayılmamaktadır. Nitekim; satılan malın ayıplı olması halinde Borçlar Kanununun 203. maddesi uyarınca aktin feshi istenebileceği gibi Borçlar Kanununun 24. maddesinin 4. bendi hükmünce vasıfta yanılma esasına dayanılarak da aktin feshi cihetine gidilebilir ( Federal Mahkemenin 56 2 ve 427 deki kararının gerektirici sebepleri 3 ). Buna ve 1 ve 2. bentlerde açıklanan sebeplere göre, zilyedin kötüniyetli olması halinde toplamış olduğu kiraları mal sahibi, Medeni Kanunun 908. maddesi hükmünce zilyetten isteyebileceği gibi Borçlar Kanununun 414. maddesinin birinci cümlesi hükmünce de isteyebilecektir yani hakiki zilyedin isteğinde, hakların telahuku durumu gerçekleşmiş bulunacaktır.


Hak sahibinin, malı elinde bulundurandan kiraları istediği zaman Medeni Kanunun 908. maddesine veya Borçlar Kanununun 414. maddesine dayanmış olması mümkün olduğu gibi, herhangi bir kanuni sebep göstermemiş olması da mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 74 ve 75. maddeleriyle 76. maddesi hükümleri karşılaştırılınca hakimin bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve neticei taleplerle bağlı olup dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukuki tasvirleriyle bağlı olmadığı ve kanunları resen tatbik ederek iddia ve müdafaadaki neticei talepleri karara bağlamakla mükellef bulunduğu neticesine varılır. Burada söz konusu olan bir davada, hangi hükme dayandığını kesin olarak ve açıkça göstermemiş olduğu hallerde davacının müruruzaman bakımından kendi lehine netice verecek olan kanun hükmüne dayanmak isteyeceği haklı olarak farzedilebileceğinden, davanın Borçlar Kanununun 414. maddesine dayanan bir dava olarak kabulü yerinde olacaktır. O halde, kira parasının malı elinde bulundurandan alınarak hak sahibine verilmesi davası, tereddüt halinde, Borçlar Kanununun 414. maddesi hükmünce dayanan bir dava olarak mahkemece tavsif edilecektir. Bununla beraber, hak sahibi, zilyedin yapmış muamelelere icazet vermiş olduğunu bildirerek dava açmış olursa o zaman hadisede Medeni Kanunun 908. maddesi veya Borçlar Kanununun 414. maddesi hükmü değil, adı geçen kanunun 415. maddesi hükmü tatbik olunacaktır ki hakimin bu durumu da gözden uzak tutmaması esastır.