Mesajı Okuyun
Old 28-11-2007, 18:18   #3
Admin

 
Varsayılan

Hikaye No : 2
Gönderim Tarihi : 27.10.2007 / 01.57

Yazar : Rumuz: seroquel
Başlık : Gel pisi pisikoz


1987 mayısının 23. gününün ikindisinde gördü güneşle özgürlüğün parlak dansını uzun zaman sonra.

Doğduğu toprakların,1949’dan şimdiye dek tıkılı olduğu bu karanlık alanda geçen yüzyıllarında suçu çoktu, bir hayli kabarıktı dosyası.

Babası Korsika'nın korse takmış beyinli ailelerinden, annesi Grenoble'ın gerzek ailelerinden, kendisi de bu iki insan yavrusunun testis ve overlerinden gelmiş biriydi. Doğduğu toprak, insanlarına korku hikayeleri, sonu vahşetle biten peri masalları, cin öyküleri anlatırdı geceleri. Batıl olmayan hiç bir ruh dolaşamazdı gündüz güneşin, gece ay ışığının altında. Hermafroditlerin cadı diye yakılmaya kalkıldığı ilk barbar Avrupa toplumları oralardaydı. Güney ve Doğu Fransa'nın arasında uyuyan her gece ağlayan tatlı-korkulu bir bebekti Grenoble.

İşte böyle bir yerde attı annesi onu rahminden aşağı 1924'te tutundu göbek kordonuna yere çakılmamak için Bay Marquens.

Otuz sekiz senelik bir hapis hayatı yüzyıllar süren. Okunmuş onca kitap, edinilmiş o kadar bilgi koğuşunda büyüttüğü. Gene de hazırdı hayatını yaşamaya. Hapishane duvarlarının, eğer arabaya binseydi ve eğer dikiz aynasına baksaydı gitgide küçüldüğünü görürdü. Çünkü artık dışarıdaydı ve bir sıçan kadar özgürdü bu büyük kanalizasyonda. Ama küçülmedi yüksek duvarlar. Arabaya binmedi. Elinde valizi ve bir de kovboy şapkasıyla sadece yürüdü, uzaklaştı oradan. Yıllarca dolabında sakladığı Teksas’tan dayısının aldığı şapkasını, bir gün buradan ölmeden kurtulursa, kafasına takıp arkasına bakmadan gidecekti oradan. Ve ölmedi de. O ölmedikçe hayalleri dirildi, büyüdü. Ne koğuşuna ne de Fransa'ya sığdılar.

4 kadın. 4 aşk. 4 cenaze. İşte bunlar sayesinde hayalleri oldu onlardan olma ve işte bunlar yüzünden kalktı, yüzünü yıkadı,kitap okudu ve yattı içerde o kadar yıl.

Bay Marquens doğduğu iklimin yok edici etkisini hiçbir kitapla, hiç bir modernizm akımıyla tam olarak atamadı. Çelişkiler, iç-hesaplaşmalar, acılar.. Onlar hep içinde, DNA'sının kodlarında bir yerlerde gizemini korudu.

Her kelimede, her araba plakasında, rakamlarda, harflerde kısaca her yazıt ve olayda bir işaret arardı hayatı boyunca.

Bir keresinde mahkum numarasının rakamlarının çarpımı aynı olan diğer bir mahkum aramaya karar verdi. Yedi senede. Buldu ve kendini çok yakın hissettiği o insana anlattı her şeyini. Arkadaşı bir Türk’tü ve Türklerin her şeyini öğrendi. Azımsanmayacak kadar da Türkçe. Aynı renk çoraplardan hoşlandıklarını öğrendiğinde anlamsız bir yakınlık hissetti ona. Ve sonra kendi mahkum numarasını arkadaşının isminin harf sayısıyla çarpıp, hapishanenin çıkış kapısında kırmızı boyayla yazılan üç haneli numaraya böldüğünde, çıkan rakam kadar gün sonra öldürüldü arkadaşı ve ambulansa bindirilip çıkarıldığını izledi koğuşun tek penceresinden. Çıktı ambulans çıkış kapısından. Bu hesapların hepsi olaylar olmadan yapılmıştı komplo gecelerde gözyaşlarıyla. Arkadaşlıkları, sadece binanın doğu cephesindeki pencere sayısının karesi kadar gün sürdü.

Bu kadınlarla yaşadığı her birliktelik, her hata, yenilen her yemek, her arayış, her cenaze büyük benzerlikler gösteriyordu.

İlk aşkı (zannettiği) Orelye Tunuslu’ydu. Çok sevdiler birbirlerini. Çok güzel 2.5 ay geçirdiler. Fakat bir şeyler eksikti. Aralarında ne mucizeler, ne büyük rastlantılar, ne telepati. Hiç bir zaman kitaplara yazılabilecek türden mucizeler yaşayamadılar. Bay Marquens için en önemli şeyler kaç aydır gelişmiyordu.

Bir gün bir yerde buluşup bir şeyler yemek için telefonda konuşuyorlardı. Ama buluşacakları, yemek yiyecekleri yeri söylemedi Bay Aşk. Eğer gerçekten aşk vardıysa aralarında, çok rahat bulabilirlerdi hisleriyle birbirlerini. Kadın bir anlam veremedi.
O gün kimsenin pankreası lipaz yada amilaz salgılamadı. Artık Orelye sevdiği adamın bir kaçık olduğunu düşünmeye başladı. Küfürler yağdırdı, saygı sınırını alkolsüz geçiyordu Tunuslu güzel kız.
Bay Marquens için Orelye bir hırsızdı artık. 2.5 ayını aşkı tanımadan çalan adi bir hırsız. Kendisine, aşk kavramına küfürler yağdıran bu kadın doğranmalıydı artık erişte gibi. Ve doğrandı. 20 yaşında bir katilin yapması gerekeni yaptı, erişteyi SEN nehrinin sessiz kıyılarından suya attı ve kimse anlamadan hayatına devam etti, saklandı profesyonelce.

İkinci sevgilisi Hırvat Mudjman, üçüncüsü Sicilyalı Reponnae ve son olarak İsviçreli Alexa. Hepsinin vücudu lime lime edildi, aynı suya atıldı. Çünkü aynı şeyler yaşandı. Sadece edilen küfürler biraz farklıydı coğrafyalarına sadakatinden.

Alexa'nın cinayeti Fransız polisi için beklenen fırsattı ve genç hiç bir seri katil hatasız oynayamazdı bu yeni öğrendiği zor oyunu. Enselendi Bay Aşk.

Kendini farelerin bile konfor bulamadığı karanlık cehennemde buldu. Kapkara ateşlerin yandığı cehennemde. Hapiste. 25 yaşında.

Ranzasında yıllarca geçmişinin sayfalarına göz gezdirdi, düşündü, teoriler üretti ve bir gün bütün çizdiği kağıtlar, bütün şekiller, ikonlar bir araya gelip bir şeyler söylediler O’na. 4 kadının isimlerinin baş harflerinin beyninin konseyinde toplandığı bir gece öyle bir sırayla oturdular ki koltuklarına, işte hepsinin acısının çıkacağı, gerçek aşkı bulabileceği yer kendine fısıldandı, çizildi haritaya. Sadece öldürdüğü sevgililerinin baş harfleri değildi mucize. Onların doğduğu ülkelerinin haritada ve dünyadaki kesim noktası, tam ortasıydı orası ve orda doğacaktı gerçek aşk. Venüs’e verilen kurbanlar adına! Venüs’ün verdiği hediye.. ROMA'ydı burası!

Asıl aşkı hapishaneden çıktıktan sonra Roma'da bulacağını çok iyi biliyordu, buna inanıyordu.

1987 mayıs 23 ünde Türk arkadaşının bahsettiği Paris'teki amcasının araba galerisine gitti. Bir araba aldı. Türk arabası gibi döşeliydi her yeri. LPG' si bile vardı. Tahsin'in amcası LPG’ yi anlattı tüp gazlarını işleme mekanizmasını. Dinlemiyordu ki. Bay Marquens “Love Plays Guitar” şarkısını söylüyordu LPG’ nin yazısını gördüğünden beri.
Fransa’dan İtalya’ya uçakla gitmedi. Gerçek aşk toprağa basmazdı ayaklarını fakat hep topraktan gelirdi ve yükselirdi..

Roma’da bir restorana girdi ilk önce. Yöresel bir şeyler istedi. Aç değildi. Kuru üzümden yapılan sirke, peynirle dans ediyordu, gerçek aşkı yaşıyorlardı. Balsemik ve Mozarella. Bir Fransızca şarkı söyledi bu sefer içinden ana dilde. Aşka saygısı sonsuzdu. Yemeğine dokunmadı. Hesabı ödedi kalktı gitti.

Roma’ya yerleşti. Kesme ve biçmedeki hünerlerini berber dükkanında gösterdi. Artık bir dükkanı vardı. Eğer doktor olsaydı kesinlikle bir cerrah olurdu Bay Marquens. Dükkanın kocaman camına koca harflerle “ROMA” yazdı,altına da normal boyutlarda “Berber”.

Bir hafta sonu bir kadına rastladı bir metroda. Kadının kafası metrodaki saati kapatmıştı. Öğrenemedi o an saatin kaç olduğunu. Kadın bir adım atınca öne doğru 6.12 saçlarının içinden fırladı. Gene akşama doğruydu. Diğer gün dükkanda saatine baktı 6.11 di. Kadın bir dakika sonra geçti oradan. Dışarı çıktı, arkasından baktı kadına. Bir İtalya milli takım formasının t-shirte uyarlanmış formuydu üstündeki kadının ve sırt numarası 6 idi. Hemen bir spor mağazasına gitti ve aynı t-shirtten istedi. Görevli kıza herhangi bir numara getirmesini istedi bedenini söyledi ve kız getirdi. Haklı çıktı. Sırt numarası 12 idi.

Aşkın saati 6 şar ve 12 şer defa gongladı o gün.

Evini takip ederek öğrendiği kadının yanına gitti sabah 6.12 de. Altıncı kata çıktı. 12 numaralı kapıya 6 defa vurdu parmak eklemleriyle. Her şeyi anlattı. Kadın uyku sersemiydi, afalladı.Bay Marquens konuştukça korku hiddetlendi 6 numaranın. Panik bir atak, şizofreni, paranoya.. Her hastalık vardı zaten kadında. O da bir ruh hastasıydı.

Bay Marquens bir öğlen kadının dükkana girdiğini gördü. Kalbinin damarlarına dua etti çok güçlü olmaları için. Çünkü yerinden fırlayıp aynaya yapışabilirdi kalbi. Zahiri bir kan gölü. İşte böyle hissetti hayatında ilk defa yaşlı Marqou.

Kadın çantasına koydu sağ elini. İçinden bir silah çıkardı.

-Benden ne istiyorsun? dedi.

Ve cevabı beklemeden gönderdi ölüm dolu elementleri. Şarjör boşaldı,silah hafifledi.

Cevabı, Bay Marquens kadının beyninde vermişti şizofreni kodlarla. Ama cevap vermemişti.

Kadın aceleyle çıktı dükkandan, kalabalığa karıştı. Yere yıkılan yaşlı bunak gözlerinin kararmaya başladığını, titremeye, ölmeye başladığının bilincinin yanında dükkanın ismi Marqo'nun Morgu olabilir mi şimdi diye geçirdi.

Birden dükkanın camında yazan ROMA yazısı dikkatini çekti son saniyelerinde. Dışardan geçen insanların ROMA okuduğunu, Bay Marquens içerden okudu soldan sağa Türkçe’de de ROMA olan yazıyı İtalya'da, Fransızca olarak.

Son enerjisini gülümsemesine yardımcı kaslara verdi.içinden “BİLİYORDUM” diye geçirdi ve gözlerini yumdu..