Mesajı Okuyun
Old 20-04-2004, 18:55   #5
Merhaba

 
Varsayılan

Sayın Şenay,

Yazdıklarınızın, duygularda yaratılan ve sözcüklerle ifade edilen bir düş olduğunu düşünüyorum.Çünkü duygumuzun istediği bu, ve ne kadar yaşam gerçeğinde bunun olanaklı olmadığını bilsek te, bunu kabullenmek, bir yarımızı yok edeceği için, bu düşte kalmayı seçiyoruz.
İnsan gerçeğini kavrayabilmemiz için, ne kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculukların, ne de bunca yıl yaşadıklarımızdan özümsediklerimizin yeterli olmadığını düşünüyorum.

Bu noktada bilimin (*) insana dair, özellikle de içgüdüsel davranışlarımızla ilgili tespitlerine bakmak, ve belki de bu tespitleri olduğu gibi kabul etmek en doğrusu. Yine de kendi şeçimimizle, bu tespitlerin, yaşam alanında sahiplendiğimiz ve savunduğumuz değerlerle ters düşenlerini kendimizde yok etmemiz , ya da en azından o çaba içinde olmamız mümkün.Ama bu, on gün açlıktan sonra önümüze konan nefis bir yemeği reddetmeye benzer ki, haz veren bir takım içsel tatminlerin yok edilmesi pahasına, bunu yapabilmeyi seçmek kimin işidir bilmiyorum.
(Bilindiği gibi, dinle bağlantısını tamamen devre dışı bırakıyorum, Mevlâna felsefesi, temelde bu öğreti üzerine kuruludur.)

Konu dışına taşmış gibi görünüyor, ama bağlamak istiyorum.
İnsanın, hayvansı atalarından genler yoluya aldığı ve davranışlarının bir çoğunda halâ etken olan içgüdüsel davranışlarından özellikle ikisinin, insan ilişkilerindeki düzgün sürekliliğin en büyük engeli olduğunu düşünüyorum. Hakim olma ve kontrol etme içgüdüsü ve vermekten ziyade fazlasıyla alma içgüdüsü.

Yemek yemek, su içmek, üşüyünce ısınmak, sıcaktan bunalınca serinlemek vb. fiziksel gerekesinimlerin karşılanması, beraberinde doğal bir tatmin duygusunu yaşatır insana. Fakat insan ilişkilerinde, kişisel tatminler adına, olabildiğince kendini gerçekleştirmek tutumu hakimdir.Hatta bu tutum bazen, karşı tarafın düşünsel ve duygusal varlığı yok sayılarak sürdürülür.O an kılıçlar çekilmiştir sanki ve iç güdünün dayattığı tek şey, o tatminler adına mutlaka zaferdir. İşte bu, hayvansı atalarımızın, her ne olursa olsun bir avı yakalamak, onu öldürmek ve sonrasında duydukları ilkel hazla özdeş bir durumdur.

İnsan ilişkileri, fiziksel olanları bir yana bırakırsak, aynı zamanda düşünsel ve duygusal bir alışverişi de içerir.Burada da temel davranış şeklimiz olabildiğince almaktır.Dinlenilmek ve anlaşılmak ve kabul görmek isteğimizle kıyaslandığında, dinlemek, anlamak ve kabul etmek isteğimiz hiçbir zaman dengede değil. Burada ağırlığı hep kendimizden yana koyuyoruz.

Aslında, belki çok keskin bir ifade olacak, içimizde hissettiğimiz ve sözcüklerle adlandıramadığımız boşluklarda var olan ve bizi ruh ikizimizi, ya da sekizimizi aramaya ve bulmaya zorlayan temel dürtü işte bu tatminsizliktir, ve bulduğumuzda da yaptığımız, uğruna her şeyimizi veririz görüntüsüyle, aslında yalnızca kendi iç boşluklarımızı doldurmaktır.

İnsanın evrimi devam edecek ve milyonlarca yıl sonra, eğer bu genler yok olursa, kimbilir, belki o zaman bizim düş olarak gördüklerimiz gerçek olacak.Ve o milyonlarca yıllık zaman eşelinde, içi boş bir parantezlik yaşam sürecimizde biz, sözüm ona kendimizi gerçekleştirmek adına birbirimizle didişerek ve güneşi gerçekten gördüğümüzü sanarak hiç olup gideceğiz.

Saygılarımla.

Merhaba.

(*) Modern İnsanın Kökeni- Roger Lewin-Tübitak yayını
The Human Body-National Geographic, İnsanın evrimi belgeseli