Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2013/19-1609, Karar: 2014/562 İçtihat

Üyemizin Özeti
Davacı şirket, EPDK'nun tanzim ettiği "Dağıtıcı Lisansı" kapsamında akaryakıt sektöründe faaliyet gösterdiğini, davalının maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde şirketleri lehine 10 yıl 5 ay süreli intifa hakkı tesis edildiğini, Rekabet Kurulu'nun 12.3.2009 tarihli genelgeyle haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süreyle sınırladığı gerekçesiyle fazla süreye dair önceden yapılan ödemelerin iadesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiştir.

Mahkemece yapılan değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu sebebiyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekille temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir; maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
(Karar Tarihi : 30.04.2014)
"Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 9.3.2011 gün ve 2010/162 E.-2011/125 K. sayılı kararın incelenmesi tarafların vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 28.2.2012 gün ve 2011/11672 E.-2012/3023 K. sayılı ilamı ile;

(... Davacı vekili, davalının maliki ve işleticisi bulunduğu müvekkili şirket lehine 8.4.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 10 yıl 5 ay süreli intifa hakkı tesis edildiğini, Rekabet Kurulu'nun akaryakıt sektörüyle ilgili yayınladığı bildiriye göre ilk 5 yıllık süre boyunca muafiyetten yararlanabileceğinin 5 yılı aşan süreler bakımından tebliğde belirtilen muafiyet koşullarının ortadan kalkacağının belirtildiğini, geçersiz süreye tekabül eden prim yatırım destek ve ticari teşvik bedellerinin davalıdan tahsili gerektiğini ileri sürerek 832.801 TL'nin davalıdan alınmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, taraflar arasındaki sözleşme feshedilmeden böyle bir talepte bulunulmayacağını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller neticesinde, taraflar arasındaki bayilik anlaşmasının sona ermemiş olduğu, 29.07.2013 tarihine kadar grup muafiyeti kapsamında bulunduğu, bu tarihten sonra da tarafların rızaen yeni bir sözleşme yapabilecekleri, buna engel bir durumun bulunmadığı, iddia edilen sebepsiz zenginleşme olgusunun dava tarihi itibariyle oluşmadığı gerekçeleriyle erken açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1-) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-) Mahkemece davanın esastan reddine karar verildiği halde davalı lehine nisbi vekalet ücreti yerine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir...),

Gerekçesi bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HGK'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin EPDK'nun tanzim ettiği "Dağıtıcı Lisansı" kapsamında akaryakıt sektöründe faaliyet gösterdiğini, davalının maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde müvekkili şirket lehine 8.4.2008 tarihinde geçerli olmak üzere 10 yıl 5 ay süreli intifa hakkı tesis edildiğini, bayilik ilişkisi sebebiyle davalı tarafa yatırım yapıldığını, demirbaşların ariyet olarak verildiğini ve bayiye ödemede bulunulduğunu, Rekabet Kurulu 12.3.2009 tarihli genel bildirimiyle anlaşmaları 5 yılla sınırladığını ve kararın bağlayıcı olduğunu, Kurul tarafından geçersiz sayılan anlaşmalar sebebiyle tarafların birbirlerine verdiklerinin 818 sayılı BK.nun 63 ve 64. maddeleri çerçevesinde iadeye tabi olacağını belirterek, 832.801.00.-TL.nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sözleşmenin halen devam ettiğini, davacının henüz davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarda aynen yazılı gerekçelerle karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu sebeple temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa dair nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla HGK önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu sebebiyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yararla sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurum olup, amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).

Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114/h maddesinde, hukuki yarar açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi "Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet sebebiyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret" başlığını taşımakta; maddenin 2. fıkrasında ise "davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet sebebiyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin 2. kısmının 2. bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere 3. kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur' düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2. maddesi hükmü gereğince; konusu para veya parayla değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) sebebiyle usulden reddine dair kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıyla davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 8.4.2008 tarihinde 10 yıl 5 ay süreyle davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki davayla Rekabet Kurulu'nun 12.3.2009 tarihli genelgeyle haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süreyle sınırladığı gerekçesiyle fazla süreye dair önceden yapılan ödemelerin iadesini istemiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısıyla henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu sebebiyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay HGK'nun 27.2.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; HGK'nun 25.9.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; HGK'nun 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; HGK'nun 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; HGK'nun 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekille temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

HGK'ndaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu, somut olayda; AAÜT'nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki HGK'nun 25.5.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; HGK'nun 6.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; HGK'nun 19.2.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarda belirtilen sebeplerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirmeyle dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesiyle davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu itibarla; HGK'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

KARAR : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen " Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı kanunun 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.04.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi."
İlgili Mevzuat Hükmü : Hukuk Muhakemeleri Kanunu MADDE 115 :(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Nevra ÖKSÜZ
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 22-02-2015

THS Sunucusu bu sayfayı 0,03580689 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.