Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2012/21-735, Karar: 2012/795 İçtihat

Üyemizin Özeti
Sigortalının ölümü halinde mirasçıları da, sigortalıya tebaen, hizmetlerinin tespiti talebi ile dava açabilirler ve dava, haksahibi davacının, murisi sigortalının çalışmasının, 01.06.1998 tarihinde başlayarak, kesintisiz bir şekilde, ölümü tarihine kadar devam ettiği; murisinin çalışmasının işverence 28.08.2001 tarihli işe giriş bildirgesi ile birlikte ve sonraki çalışmaları kapsayacak şekilde Kuruma bildirildiği iddiasına mesnetle; murisinin "sigortalılık başlangıcı ve hizmet süresinin tespiti" istemlidir. HGK kararında hak düşürücü süre değerlendirmesi yapılmıştır.

Davanın yasal dayanağı; 5510 S.K. Geçici m.7/1 hükmü uyarınca mülga 506 S.K. m.79'dur.

Sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıllık hak düşürücü süre içerisinde isteyebilir. Hak düşürücü süre, bildirimsiz kalan çalışmalar yönünden öngörülmüştür. İşverenin, sigortalılara dair Kuruma vermesi gereken belgelerden birisinin dahi Kuruma verilmiş olması veya Kurumca, fiilen ya da kayden sigortalı çalışma olgusunun tespiti halinde hak düşürücü süreden söz edilemeyecektir.

Somut olaya bakıldığında; Kuruma bildirilmeyen, iddia konusu 01.06.1998 ile 28.08.2001 tarihleri arasında kalan devrede aralıksız çalışma olgusunun anlaşılması halinde, 28.08.2001 tarihli işe giriş bildirgesi hak düşürücü süreyi keseceğinden, hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemez.
(Karar Tarihi : 14.11.2012)
"Taraflar arasındaki "sigortalılık başlangıcı ve hizmet süresinin tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1.İş Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 30.12.2009 gün ve 2009/631 E.-2009/972 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ile davalılardan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi'nin 17.05.2011 gün ve 2010/2979 E.-2011/4700 K. sayılı ilamı ile;

(... 1-)Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalının tüm davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2-)Davacı, hak sahibinin, murisi sigortalının, davalı işverene ait işyerinde 01.06.1998-28.08.2001 tarihleri arasında hizmet akdi ile çalıştığının ve sigorta başlangıcının 01.06.1998 tarihi olduğunun tespitini istemiştir.

Mahkemece, gerek sigortalının kendisi yönünden söz konusu olan ve hizmetin geçtiği yılın sonundan başlatılan ve gerekse hak sahibi bakımından söz konusu olan ve ölüm tarihinden başlatılan 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılmadığından bahisle hak düşürücü süre sebebiyle istemin reddine karar verilmiştir.

Uyuşmazlık; davada hak düşürücü sürenin gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Çalıştırılanlar, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde belirtilen istisnalardan olmamak kaydıyla, 2. maddede öngörülen koşulların varlığı halinde kendiliğinden sigortalı sayılırlar.

Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümlerinin sigortalının işe alındığı tarihten başlayacağına dair norm, sigortalının kayıt altına alınabilmesi ile sonuç doğurur.

Bildirimsiz geçen çalışmaların tespitine dair dava koşulları 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesinde tanımlanmıştır. Bunlar; 506 Sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılma, yönetmelikte tespit edilen belgelerinin Kuruma verilmemiş ya da çalışmaların Kurumca saptanamamış olması ile anılan davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmış olması şeklinde sıralanabilir.

Sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir. Hak düşürücü süre, bildirimsiz kalan çalışmalar yönünden öngörülmüştür.

İşverenin, sigortalılara dair hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği Kanunun 79/1. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde, işverence Kuruma verilecek belgeler; işe giriş bildirgesi, aylık sigorta primleri bildirgesi, dönem bordrosu vd. şeklinde sıralanmıştır. Bu belgelerden birisinin dahi Kuruma verilmiş olması veya Kurumca, fiilen ya da kayden sigortalı çalışma olgusunun tespiti halinde hak düşürücü süreden söz edilemeyecektir.

Kesintili çalışmanın varlığı halinde ise, kesintinin öncesi ve sonrasında oluşacak her çalışma devresi için dava koşullarının varlığı yukarda belirtilen olgular dikkate alınarak belirlenecektir.

Somut olaya bakıldığında; davalı işveren tarafından sigortalının çalışmalarının 28.08.2001 tarihinden itibaren Kuruma bildirilerek, kayda geçtiği, sigorta belgelerinden görülmektedir. Kuruma bildirilmeyen, iddia konusu 01.06.1998 ile 28.08.2001 tarihleri arasında kalan devrede aralıksız çalışma olgusunun anlaşılması halinde, 28.08.2001 tarihli işe giriş bildirgesi hak düşürücü süreyi keseceğinden, hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemez. Yargıtay HGK'nun 26.02.2003 gün ve 2003/21-44-98; 23.06.2004 gün ve 2004/21-369-371 ve 27.02.2008 gün ve 2008/21-163-207, 18.06.2008 gün ve 2008/21-429-437 Sayılı Kararlarında da bu hususlara değinilmiştir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgulara aykırı biçimde, işin esasına girilmek yerine, eksik inceleme ve araştırma ile hak düşürücü sürenin geçtiği kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davacının bu yöne dair istemi kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HGK'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, sigortalılık başlangıç tarihinin ve hizmet akdi ile çalışılan sürelerin tespiti istemine ilişkindir.

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin murisi olan kocasının davalı yanında 01.06.1998 tarihinde şoför olarak işe başladığını ve bu çalışmasının 2001 tarihine kadar devam ettiğini ancak bu çalışmasının Kuruma bildirilmediğini beyanla murisi sigortalının belirtilen tarihler arasında söz konusu işyerinde çalıştığı ve sigortalılık başlangıcının 01.06.1998 olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı S____ M____ D____ vekili cevap dilekçesinde özetle, davacının murisinin davaya konu tarihler arasında çalışmadığını ve davanın süresinde açılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili cevap dilekçesinde, davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığını belirterek davanın öncelikle hak düşürücü süre sebebiyle reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, tespiti istenen tarihten itibaren beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı ile SGK vekilinin temyizleri üzerine, Özel Daire tarafından yukarda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle davanın reddine dair ilk hükümde direnilmiştir.

Direnme hükmü davacı vekili ile davalılardan SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HGK'ndaki görüşme sırasında işin esasına geçilmeden önce, davalı SGK vekilinin temyiz itirazlarının, bozma ilamında reddine karar verilmesi karşısında, direnme hükmünü temyizde hukuki yararının bulunup bulunmadığı, ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Yapılan değerlendirmede, hizmet tespiti davası ile davacı aynı zamanda, tespitini istediği hizmet süresinin primlerinin işverence davalı Kuruma yatırılmasını da amaçladığından ve bu davanın sonucunda verilecek hüküm doğrultusunda primlerin Kurumca tahsili söz konusu olacağından, SGK'nun direnme kararını temyizde hukuki yararının bulunduğu oybirliğiyle kabul edilmiş ve ön sorun bu şekilde aşıldıktan sonra, işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasına gelince;

Direnme yoluyla HGK önüne gelen uyuşmazlık; murisin sigortalı hizmet sürelerinin tespiti istemine dair davada, haksahibi davacı yönünden hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.

01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun Geçici 7/1. maddesi hükmünde "Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 Sayılı kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 Sayılı Kanunun Geçici 20'nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler" düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında davanın yasal dayanağı Mülga 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (SSK)'nun 79/10. maddesidir.

Burada öncelikle, sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır:

Ülkemizde Sosyal Güvenlik Kurumunun bilgisi dışında çalıştırılan büyük bir kitlenin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sebeple sigortalı hizmetin tespiti davaları iş mahkemelerini ve giderek de Yargıtay'ın ilgili dairelerini en çok meşgul eden uyuşmazlıklar arasında yer almaktadır.

Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" başlığı altında "sosyal güvenlik hakkını" da düzenlemiş ve 60. madde ile "herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar" hükmünü getirmiştir.

Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda anayasal bir hak tanınırken, Devlete de, onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.

Olayda uygulama yeri bulan 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10 maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar.

Yine aynı Kanunun 6. maddenin 1.fıkrasında "çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar" denilmekte; 3. fıkrasında da "sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği" düzenleme altına alınmaktadır.

Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.

İşveren öncelikle işyerini ve çalıştırdığı sigortalıları Kuruma bildirmek zorundadır. Böylelikle Kurum, işyeri ve sigortalıdan haberdar olur, onları takip edebilir. İşveren ayrıca çalıştırdığı sigortalı sayısı, sigorta primleri hesabına esas tutulacak kazançlar toplamı, prim ödeme gün sayıları ve sigorta primleri miktarını da Kuruma bildirmelidir. Bu da örnekleri Sosyal Sigortalar İşlemleri Yönetmeliğinde gösterilen 'aylık sigorta primleri bildirgesi' ve 'dört aylık sigorta primleri bordrosu' düzenlenerek yapılır. İşveren bu yükümlülüklerini yerine getirmez, Kurum da çalışmayı tespit edemezse Kurumun bilgisi dışında, sigortalı çalıştırılması söz konusu olur.

Diğer taraftan, işverenin bildirim yükümlerini yerine getirmemesi, çalışanın sadece sigortalılığını değil, buna bağlı tüm haklarını kazanmasını engeller ki, bu da anayasa ve yasalar karşısında kabul edilebilir bir durum değildir. İşte bu noktada SSK m. 79/10'daki hükmün amacı, sigortalıların açacakları bir dava ile işverenin Kuruma vermediği belgelerde bulunması gereken hususların tespit edilerek, bunun Kurum tarafından nazara alınmasını sağlamaktır.

Bu doğrultuda, 506 Sayılı Kanunun 79/10. maddesinde,

"Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.

Sigortalının çalıştığı bir veya birkaç işte, bu Kanunda yazılı prim ödeme şartını yerine getirmiş olmasına rağmen kendisi için verilmesi gereken kayıt ve belgeler işveren tarafından verilmediği veya verilen kayıt ve belgelerde kazançların veya prim ödeme gün sayılarının eksik gösterildiği Kurumca tespit edilirse, hastalık ve analık sigortalarından gerekli yardım yapılır." düzenlemesine yer verilmiştir.

Anılan hüküm uyarınca sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, madde uyarınca dava açma süresi beş yıl olup, beş yıllık bu süre, hak düşürücü süredir. SSK'nun yürürlüğe girdiği tarihte beş yıl olan hak düşürücü süre 20.06.1987 tarih ve 3395 Sayılı Kanunun 5. maddesiyle on yıla çıkarılmışken, 01.06.1994 tarih ve 3995 Sayılı Kanunun 3. maddesiyle, tekrar beş yıla indirilmiştir.

Hak düşürücü sürenin başlangıcı sigortalının işten ayrıldığı yılın bitim tarihidir. Sigortalı işten ayrıldığı yılın sonundan itibaren beş yıl içinde tespit davası açabilir.

Maddede sigortalının sahip olduğu tespit davası açma hakkına ölümü halinde mirasçıların da sahip olup olmadıkları konusunda bir açıklık bulunmamakta ise de, maddenin yukarda da açıklanan, işverenin bildirmediği hizmetlerin tespitine imkan sağlama amacı gözetildiğinde, sigortalının ölümü halinde mirasçılarının sigortalıya tebaen hizmetlerinin tespiti talebi ile dava açabileceklerinin kabulü gerekir.

Öte yandan, işverenin çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği Kanunun 79/1. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 4. kısmında işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi (SSİY m.16), dört aylık sigorta primleri bordrosu (SSİY m.17), sigortalı hesap fişi (SSİY m.18) vs.dir.

Maddenin açık hükmü karşısında, Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması halinde artık Kanunun 79/10. maddesinde yer alan hak düşürücü süreden söz edilemez. Yargıtay uygulamasında anılan maddede sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması halinde de aynı kabul şekline ulaşılmaktadır. Bu kabul şeklinin temelinde yatan neden; hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.

Beş yıllık süre, Kurumun sigortalı olarak çalışma olgusundan habersiz bulunmasına dair durumlarda söz konusudur. Zira, Kurumun öğreneceği sigortalılık durumu karşısında yasal işlemleri kendiliğinden yapacağı ve yapmaması halinde, bu Anayasal görevini yerine getirmemiş sayılacağı sosyal güvenlik hukukunun bir sonucudur. Bir işlemin yapılmasında kusurlu olan tarafın ise, kusurundan yararlanamayacağı açıktır. Böyle bir davada Kurumun beş yıllık sürenin geçtiğini ileri sürmesi, afaki iyiniyet kurallarına aykırıdır (Çenberci, Mustafa; Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, Ankara, 1985 Baskı, s.514-515).

Buna göre hak düşürücü süre, bildirimsiz kalan çalışmalar yönünden öngörülmüştür. Belgelerden birisinin dahi Kuruma verilmiş olması veya Kurumca, fiilen ya da kayden sigortalı çalışma olgusunun tespiti halinde hak düşürücü süreden söz edilemeyecektir.

Yerleşik Yargıtay uygulamalarına göre, sigortalının aynı işyerinden verilmiş birden fazla işe giriş bildirgesinin varlığı halinde hak düşürücü süre, her kesim çalışma için ayrı ayrı hesap edilmelidir. Kesintili çalışmanın varlığı halinde, kesintinin öncesi ve sonrasında oluşacak her çalışma devresi için dava koşullarının varlığı yukarda belirtilen olgular dikkate alınarak belirlenmelidir.

Ne var ki, işverenin sigortalıyı işe alır almaz yasal süre içinde işe giriş bildirgesini vermemesi uygulamada sıkça karşılaşılan bir gerçektir. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinden önceki çalışmalar yönünden, sigortalının çalışmasının kesintisiz olarak devam etmiş olması halinde, çalışmaya dair Yönetmelikte düzenlenen belgelerden olan işe giriş bildirgesinin Kuruma verilmiş olması karşısında hak düşürücü süreden söz etmek mümkün olmayacaktır. Burada önemli olan ve dikkat edilmesi gereken husus çalışmasının kesintisiz (aralıksız) devam ettiği hususunun sigortalı veya hak sahibi tarafından kanıtlanmış olmasıdır.

Nitekim HGK'nun 26.02.2003 gün 2003/21-44 E.-2003/98 K.; 23.06.2004 gün 2004/21-363 E.-2004/371 K. ve 27.02.2008 gün 2008/21-163 E.-2008/207 K. sayılı kararlarında da bu hususlar vurgulanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta, davacının murisi olan sigortalının çalışmasının, 28.08.2001 tarihli işe giriş bildirgesi ile birlikte ve sonraki çalışmaları kapsayacak şekilde işverence Kuruma bildirildiği, davacı hak sahibinin ise murisin çalışmasının 01.06.1998 tarihinden başlamak üzere kesintisiz olarak ölüm tarihine kadar devam ettiği iddiasında bulunduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında, davacının murisinin çalışmasının kesintisiz olduğu iddiası yönünden yapılacak araştırma ve toplanacak deliller uyarınca değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, çalışmanın kesintisi olup olmadığı hususu açıklığa kavuşturulmadan, eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirme ile davanın hak düşürücü süre sebebiyle reddine karar verilmiş olması isabetsizdir.

O halde HGK'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

KARAR : Davacı vekili ile davalılardan SGK vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.11.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi."
İlgili Mevzuat Hükmü : Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu GEÇİCİ MADDE 7 :506, 1479, 5434, 2925, 2926 SAYILI KANUNLARA İLİŞKİN ORTAK GEÇİŞ HÜKÜMLERİ

(Değişik: 17/4/2008-5754/68 md.)

Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.

Kanunun yürürlük tarihinden önce 24/6/1965 tarihli ve 635, 18/3/1986 tarihli ve 3269, 22/7/1965 tarihli ve 644, 1/11/1983 tarihli ve 2937, 25/3/1957 tarihli ve 6940 ve 26/10/1990 tarihli ve 3671 sayılı kanunlar ile 5434 sayılı Kanunun 32 nci maddesine göre fiili hizmet süresine müstehak görevlerde çalışanların bu görevlerde geçirdikleri süreler bu Kanunun 40 ıncı maddesi gereğince aranan 3600 günün doldurulmasında nazara alınır. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun ek 5 inci maddesinde sayılan itibari hizmet süresi kapsamında yer alıp bu Kanunun 40 ıncı maddesinde sayılmayan işlerde bu Kanunun yürürlük tarihinden önce geçen çalışma sürelerinin bu maddenin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesinde 3600 gün prim ödeme şartı aranmaz.

Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalıların borçlandıkları hizmetleri nedeniyle borçlanma tutarlarından ödenmeyen kısmı var ise aylıklarından emekli keseneği oranında tahsil edilmeye devam edilir.

Aylıkların hesabında 41 inci maddeye ve 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Kanuna göre yapılan borçlanmaların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki sürelere ait kazançları, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümlerine göre değerlendirilir. Ancak, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında bulunan sigortalılar için bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki dönemlere ait sürelerin bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra borçlanılması halinde de 41 inci madde ve 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Kanun hükümleri uygulanır.

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce birden fazla dosyadan gelir veya aylık alınması durumunda bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra yeni dosyadan gelir veya aylık alınmasına hak kazanılması durumunda yeni bağlanacak dosyadaki gelir ve aylık miktarı da dahil olmak üzere mukayese yapılarak en düşük miktarlı dosya kapsamdan çıkarılır.

Birinci fıkrada belirtilen kanunlar kapsamında zorunlu sigortalı sayılanlar ile isteğe bağlı sigortalı olup sağlık sigortasından yararlananların prim ödeme gün sayıları da genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olarak değerlendirilir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendine göre ilk defa sigortalı olanların sigortalılık başlangıç tarihinden önceki süreleri, bu Kanunun 41 ve 46 ncı maddeleri, 5434 sayılı Kanunun ek 31 inci maddesi ile 3201 sayılı Kanuna göre borçlandırılmaları halinde, sigortalılığın başlangıç tarihinin geriye götürülmesini ve haklarında bu Kanunun geçici maddelerinin uygulanmasını gerektirmez.

Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre itibari hizmet süresine müstehak kadro ve görevlerde bulunanlardan bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında çalışmaya devam edenlerin itibari hizmet süreleri hakkında, bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.

30/4/2008 tarihinden sonra 506, 1479, 5434, 2925 ve 2926 sayılı kanunlara göre ilk defa sigortalı veya iştirakçi olanlar hakkında bu Kanunun 28 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır. Geçici 2 nci maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin son cümlesi hükmü bunlar hakkında uygulanmaz.

(Ek fıkra: 6270 - 17.1.2012 / m.13) 24/7/2003 tarihli ve 4956 sayılı Kanunun 48 inci maddesi ile değişik, mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunun 2 nci maddesi hükmü 2/8/2003 tarihi öncesi için de uygulanır.



 
Şerhi Ekleyen Üyemiz:
Av.Nevra ÖKSÜZ
Hukukçu
Avukat
Şerh Son Güncelleme: 16-11-2013

THS Sunucusu bu sayfayı 0,03377509 saniyede 8 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.