Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Türkiyenin Terörle Mücadelede Muhtemel Sınırötesi Operasyonlarının Hukuki Zemini

Yazan : Ahmet Sacit Müderrisoğlu [Yazarla İletişim]
Öğrenci

Makale Özeti
Herhangi bir etnik ya da siyasi anlayışla yazılmamış olan bu makale Irak'a muhtemel sınırötesi operasyonların hukuki temellerini kısa da olsa açıklamaktadır. Makalenin yazılış amacı Türkiyenin haklı konumdayken haksız lanse edilme tehlikesi ve ikinci bir kıbrıs sorunun baş göstermesi ihtimalinin tartışılmasıdır.Makale değişen şartlar ve gündeme uygun olarak tashih edilmiştir.

TÜRKİYENİN TERÖRLE MÜCADELEDE MUHTEMEL SINIRÖTESİ OPERASYONLARININ HUKUKİ ZEMİNİ

1-Giriş

ABD’nin Irak’ı işgalinden itibaren süregelen istikrarsız durum ve günden güne artan şiddet olayları Irak’ın bütünlüğüne yönelik kaygıları artırırken, Kuzey Irak’a özellikle kandil dağı ve çevresine sızıp buraya yerleşen PKK’lı teröristler tarafından gerçekleştirilen eylemler Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliğine, huzur ve refahına büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Terör örgütü elebaşısının 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanmasından sonra eylem profili düşen ve sözde ateşkes ilan eden örgüt Irak işgalinden itibaren göreceli olarak etkinlik kazanmış, eylemlerinde kullandığı silahta, teçhizatta ve yöntemlerinde teknolojik unsurları kullanmaya başlamıştır.
2006 yılının Temmuz ayında 17 güvenlik görevlisinin PKK teröristleri tarafından şehit edilmesinin ardından Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Toplanmış ve toplantıların sonunda PKK saldırılarının Kuzey Irak kaynaklı olduğu vurgulanmış, BM kararları dâhilinde Irak hükümetinin PKK terörü ile mücadelede üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediği takdirde Türkiye’nin Uluslararası hukuktan doğan haklarını sonuna kadar kullanacağı belirtilmiştir.
Genelkurmay başkanın 12 Nisan 2007 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Kuzey Irak’a operasyon yapılması gerektiği ve bunun faydalı olacağına yönelik açıklaması da tartışmaların odağına Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon ihtimalini oturtmuştur.
Bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve devamında gündeme gelen erken seçimler sonucu oluşan iç siyasi dengesizlikler ve ayrışmalar döneminde
Türkiye Cumhuriyeti tarafından Irak devletine ancak nota verilmekle yetinilmiş ve durumdan ABD’de haberdar edilmiştir.
Artan saldırılar ve verilen şehit sayısındaki artış sonucunda 17 Ekim 2007 tarihinde TBMM tarafından sınır ötesi operasyona yönelik 507 kabul , 19 retletezkere çıkartılmıştır ve 19 Ekim 2007 tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır.[1]

1 yıllık süreye sahip tezkerede şu ifadelere yer verilmiştir.

Türkiye, Irak’ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin milli birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terörist saldırı ve açık bir tehditle karşı karşıyadır.

Dost ve kardeş Irak’ın toprak bütünlüğünün, milli birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve faaliyetlerine son verilmesini sağlamak amacıyla uzunca bir süredir yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda bulunmuştur. Bu çabalarımızdan istenilen sonuçların alınması bugüne kadar mümkün olmamıştır.

Türkiye’ye yönelik terörist saldırılar ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca Hükümete bir yıl süreyle izin verilmesi, Genel Kurulun 17/10/2007 tarihli 8 inci Birleşiminde kabul edilmiştir.[2]

Tezkerenin çıkmasının ardından terör örgütü tarafından 21 Ekim 2007 tarihinde Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı dağlıca köyünde bulunan askeri üsse düzenlenen saldırıda 12 asker şehit olmuş, 8 asker de teröristler tarafından kaçırılıp, propaganda malzemesi olarak kullanıldıktan sonra iade edilmiştir.Bu saldırı deyim yerindeyse bardağı taşıran son damla olmuş ve dünya kamuoyu tarafından da nihayet kınananmıştır.
Başbakan Erdoğan ve ABD başkanı Bush arasında 5 Kasım 2007 tarihinde yapılan toplantı sonucunda PKK terör örgütü başkan Bush tarafından Irak’ın, Türkiye’nin ve ABD’nin ortak düşmanı olarak ilan edilip, etkili ve sıcak istihbarat paylaşımı konusunda anlaşma sağlanmıştır.
Bakanlar kurulu kararı ile 28 Kasım 2007 tarihinde sınır ötesi operasyona ilişkin Türk Silahlı Kuvvetleri yetkilendirilmiş ve Genelkurmayca yapılan açıklamalarda sırasıyla 16-22 Aralık 2007 ve 15 Ocak 2008 tarihinde kuzey Irak’a kapsamlı ve ağır zayiat verici hava harekatları düzenlenmiştir.
ABD başkanı Bush ve Türk cumhurbaşkanı Gül arasında 8 Ocak 2008 tarihinde yapılan görüşme sonucunda da ‘ortak düşman’ ifadesi ABD başkanı tarafından tekrar edilmiş ve Türkiye’nin kendini ve vatandaşlarını savunma hakkı olduğu belirtilmiştir.
Görünen o ki gerek yapılan hava harekatlarında sivil unsurlara zarar vermeme konusundaki hassasiyet ve diplomatik çabalar sonucu elde edilen dünya kamuoyu desteği operasyonların devam edeceği yönündedir.
Tarihsel kronolojiye uyarak verdiğimiz bu süreç sonunda Türkiye’nin kuzey Irak kaynaklığı bölücü terör konusunda tezleri şöyle özetlenebilir.

  • Türkiye’nin kuzey ırak konusunda iyi niyetine karşın PKK’nın kuzey ırakta bulduğu destek kabul edilemez.
  • PKK liderlerinin de aralarında bulunduğu 150 kişilik terörist listesindekiler Türkiye’ye iade edilmeli ve kandil dağına operasyona devam edilmelidir.
  • ABD ve IRAK PKK’ya somut adımlar atsın yada atmasın Türkiye meşru müdafaa hakkını kullanacaktır, Türkiye PKK’yı Kuzey Irak’tan çıkarmaya kararlıdır.[3]
Türkiye Cumhuriyeti komşusu Irak ile sınırını 5 Haziran 1926 tarihinde yapılan antlaşma ile çizmiştir. Kuzey Irak’a bundan önce son hava operasyonları hariç yaklaşık 24 büyük çaplı operasyon yapılmıştır fakat teröristlerin önceden haber almaları nedeniyle son darbe vurulamamıştır. Operasyonlar 1. Körfez Savaşına kadar Saydam’ın onayı ile 2003 yılına kadar ise NATO şemsiyesi altında Kuzey Keşif hava operasyonları adı altında yürütülmüştür.


Terörizm, terör ve ülkemizin terör konusundaki sorunlarını daha iyi kavramak için genelden özele gitmek daha yararlı olacaktır.
1-Terörizmin tanımı ve oluşturduğu ihtilaflar:
Terör terimi korkudan sarsıntı geçirme veya korkudan dehşete düşmeye sebep olma anlamlarına gelmektedir.Terör dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama siyasi içerik ve süreklilik katmaktadır. Bu doğrultuda terörizm ‘Savaş ve diploması ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır’.
Türk hukukunda terör 3713 sayılı Terörle mücadele kanununda tanımlanmıştır.Kanuna göre terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini,siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir.
Uluslararası hukukta devletlerce ortak olarak belirlenmiş ve anlaşılmış bir terör tanımı mevcut değildir, çeşitli kuruluşların terör tanımları bulunmaktadır.[4] Klişeleşmiş şekilde ifade etmek gerekirse kimine göre terörist sayılanlar başkalarına göre ‘özgürlük savaşçısı' kabul edilmekte hatta bazen bir zamanlar terörist ilan edilenlerin daha sonraki bir zaman diliminde Nobel Barış Ödülü'ne adaylığı dahi söz konusu olabilmektedir[5] Uluslararası hukukta ancak bazı spesifik terör eylemlerini yasaklayan ve onlarla mücadele eden anlaşmalar yapılabilmiştir.Bunun nedeni ise yukarıda belirttiğimiz gibi müşterek terör tanımı yokluğudur. Türkiye'nin de taraf olduğu 1977 tarihli Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi uçak kaçırma, uçaklara saldırı, diplomatlara ve uluslararası korunan kişilere saldırı, adam kaçırma, rehin alma yada özgürlükleri hukuka aykırı olarak sınırlandırma eylemlerini, bomba, roket, otomatik ateşli silahlar ve bombalı mektup yada paket kullanarak gerçekleştirilen eylemleri işleyen, işlemeye teşebbüs eden yada bu tür eylemlere suç ortağı olmayı terör suçu kabul etmektedir.[6]
1937 tarihli Terörizmin Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Anlaşma Milletler Cemiyeti döneminde yapılmış olup yürürlüğe konulamamıştır.Şu anda devletler arasında Uluslararası terörizm kapsayıcı sözleşmesi taslağı konusunda ihtilaflar bulunmaktadır. Terörün hukuksal tanımı, terörizm ile ulusal kurtuluş hareketleri arasındaki ilişki ve devletlerin silahlı kuvvetlerinin faaliyetleri ana ihtilaf konularını oluşturmaktadır. Terörizmi yasaklama çabaları bulunmasına rağmen bir terör tanımın dahi yapılamayışı ilgi çekicidir.[7]
Terörü bir amaca ulaşmak için vasıta olarak kullanan örgütlerin ayrı strateji ve amaçlara sahip olması faaliyetlerine devam edebilmesi açısından önemlidir.[8] Terörizmin zamana uygun ve değişen dünya konjoktrüne paralel olarak yöntem ve amaç değiştirmesi devletler arasında terör tanımı yapılamamasında etken olarak kabul edilmesi gerekir.[9]
Devletlerin özellikle süper devlet olarak görülen devletlerin en önemli sorunlarının terör olmasına rağmen bu konuda hukuki tanım yapılamayışı uluslararası ilişkiler ve terörizm bağlantısını gündeme getirebilir.[10]
2-Türkiye’deki ayrılıkçı terör ve PKK:
PKK[11] faaliyete geçtiği 15 Ağustos 1984 Eruh saldırısından sonra ülkemizi bölgesel ve ekonomik olarak büyük zararlara uğratmıştır.Örgüt başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere birçok devlet tarafından terör örgütü olarak ilan edilmiştir. Nerdeyse 30 yıllık bir maziye sahip olan terör örgütü 30.000 den fazla insanımızı ölmesine sebep olmuş ve ülkemize 300 milyar dolardan fazla ekonomik maliyet yüklemiştir.
Bu da göstermektedir ki basit bir terör örgütünden ziyade katı kompleks ve uluslararası bağlantılı ve mensuplu küçük çaplı gerilla ordusundan bahsedilmelidir.Terörün bu kadar sürmesinde elbette devlet ricalinin hatalarının ve bilgisizliğin rolü büyüktür.[12]
Türk silahlı kuvvetleri yurt içinde iç hukuktan aldığı yetkiye dayanarak operasyonlarının sürdürürken [13] yurt dışında ise uluslararası hukuk ve teamül göz önüne alınacaktır.

3
-Muhtemel Sınır Ötesi Operasyonların Hukuki Boyutu:

A- Meşru Müdafaa Hakkı:

Uluslararası hukukta devletlerarasında kuvvet kullanımı Türkiye’nin de taraf olduğu BM antlaşmasının 2. maddesinde yasaklanmış ve kuvvet kullanma yasağı başlığı altında düzenlenmiştir.

BM Şartı -2/3:Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek biçimde, barışçı yollarla çözerler.
Andlaşma’nın VI. Bölümü sorunların barışçı yollarla nasıl çözüleceğini ayrıntılı olarak anlatmıştır.
BM Şartı -33:Devamı uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye düşürebilecek nitelikte bir uyuşmazlığa taraf olanlar, her şeyden önce görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik ve yargısal çözüm yolları ile, bölgesel kurulu ya da anlaşmalara başvurarak veya kendi seçecekleri başka yollarla buna çözüm aramalıdırlar.


BM Şartı -2/4:Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.

Yukarıdaki maddenin yanı sıra kuvvet kullanma yasağı devletlerin misillemelerinin yasak olduğunun yanında devletlerin başka devletlerin topraklarında istila için silahlı gruplar organize etmelerini veya bunların organizesini teşvik etmelerini ve devletlerin başka devletlerde terörist eylemlerde bulunacak gruplar oluşturmalarını, bunları kışkırtmalarını ve bunlara yardımlarını yasaklamaktadır.[14]
Bu eylemler de teamül hukuku prensiplerince yasaktır. Böyle eylemlerde bulunan devletler de güç kullanmış kabul edilmektedir.
Kuvvet kullanamama konusundaki bu ısrara karşın kuvvet kullanımı uluslararası ilişkilerin bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır ve BM de kuvvet kullanımına belirli hallerde izin vermiştir. Bu istisnalar dört tanedir ve bunlardan ikisi kuruluş yıllarına aittir. Yani günümüzde iki istisnadan bahsetmek mümkündür:
  • Meşru müdafaa halinde kuvvet kullanımı (Madde 51)
  • Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımı (VII. Bölüm)
  • Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden önce beş sürekli üyenin kuvvet kullanımları. (Madde 106).
  • 2. Dünya Savaşı boyunca ‘düşman’ güçlere karşı kuvvet kullanımı. (Madde 107)
Günümüzde kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunma yasağının istisnasını meşru müdafaa gereği ve güvenlik konseyi kararları dahilinde kuvvet kullanımı oluşturmaktadır.Meşru müdafaa hakkı BM antlaşmasının 51. maddesinde düzenlenmiştir.

BM Şartı -51:Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.

Yukarıda yer verdiğimiz maddede açıklanması gereken iki kavram silahlı bir saldırı ve meşru müdafaa kavramlarıdır. Silahlı saldırı kavramından ne anlaşılacağı 1986 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı tarafından ABD ve Nikaragua arasındaki davada verilen karardan anlaşılabilir.
Nikaragua davasında Uluslararası Adalet Divanı bir ülke içinde bulunan silahlı gruplara yapılan yardımın güç kullanımı sayılabileceğine karar vermiştir. Burada önemli olan yapılan yardımın çeşididir. Adalet Divanı Kontragerillaların "silahlandırılmasını ve eğitimini" güç kullanma yasağının ihlali sayarken bu gruba sadece finansal destek verilmesini böyle saymamıştır. Bu davada Adalet Divanı kararını 1970 yılında BM Genel Kurulu'nun aldığı bir kararda geçen Güç Kullanımı ilkesi'nin bütününü teamül hukuku kabul etmesine bağlamıştır.[15]
PKK ile 1984 yılından itibaren yapılan mücadelede verilen insani ve maddi kayıpların (sadece 2006 yılının ilk 6 ayında 1946 PKK saldırısı sonucu asker ve sivil olmak üzere toplam 92 kişi ölmüş, 840 kişi yaralanmıştır.) [16] büyüklüğü göz önüne alınarak bakıldığında terör örgütünün eylemleri sonucunda verilen kayıplar çok büyüktür.Ülkemize PKK tarafından süren ve tekrarlanması muhakkak eylemler yapıldığı ya da yapılacağı aşikardır.Buna rağmen ancak yoğun baskı sonucu Irak devleti ve bölgesel yönetim lojistiği önlemeye yönelik hafif tedbirler almış, silahlı önlemlere girişmemiştir.
Meşru müdafaa hakkı kullanılırken ise bazışartlara uyulması gerekir. Bunlar, meşru müdafaanın silahlı bir saldırıya karşı gereklilikten dolayı ve orantılı olarak yapılmasıdır.Tartışılması gereken diğer konuda meşru müdafaa hakkının hangi şartlar gerçekleştiği takdirde doğacağı konusudur. Birinci görüş meşru müdafaa hakkının doğabilmesi için hedef devletin silahlı saldırıya maruz kalması gerektiği yönündedir.Bu görüş BM milletler şartındaki düzenlemeye uygunluk teşkil eder. İkinci görüş ise müdafaa hakkı, sadece silahlı saldırı anında değil saldırının henüz gerçekleşmediği fakat gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu hallerde de meşru müdafaa söz konusu olacağı yönündedir. Bu ikinci görüş ABD'nin Irak operasyonundan önce oluşturmuş olduğu “Önleyici Saldırı” doktrini ile desteklenmiştir.[17]
Önleyici saldırı doktrini ABD ve müttefik devletler tarafından öne sürülmeden önce devletin kendine fiili bir saldırı olmadan da meşru müdafaa hakkını kullanıp kullanmayacağı konusunda verilen bir kararda “İsrail’in 1981'de nükleer silah ürettiği gerekçesiyle Irak'taki bir nükleer tesisi vurması bu kapsamda kabul edilmemiştir. [18]
Yine bu bağlamda İsrail’in Tunus'taki Filistin Kurtuluş Örgütü karargâhlarını kendisine yönelik terör üretiyor gerekçesiyle bombalaması BM Güvenlik Konseyi tarafından kınanmıştır.[19]
Türkiye’nin sınır ötesi operasyon ihtimalinde ise muhtemel bir PKK saldırısı değil devam eden ve çok büyük terörist saldırılar söz konusudur. Yukarıdaki örneklerde ise BM Güvenlik konseyi her ne kadar kınama kararı almış olsa da bu kararlar ABD’ nin yakın zamanda kullandığı önleyici saldırı doktrinine zemin oluşturmuştur. Her ne kadar saldırı Irak devleti tarafından gerçekleşmiyorsa bile PKK’ nın varlığına göz yumulmakta hatta eğitim ve lojistik destek sağlanmaktadır. Bu durum ise Nikaragua davasına çok benzerlik göstermektedir.
Meşru müdafaa hakkının istisnai niteliği üzerinde yukarıda da durulmuştu. Meşru müdafaa uluslararası hukukta kabul gören yaklaşıma göre 'gereklilik' ve 'orantılılık' vasıflarını da taşımalıdır. Başka bir deyimle saldırıyı engellemek için askeri güç kullanılmasından başka hiçbir çare kalmamalı ve meşru müdafaa amacıyla kullanılan askeri güç yapılan haksız saldırı ile orantılı olmalı, aşırı zarar verilmemelidir.[20]
Meşru müdafaa gereği kuvvet kullanma olasılığın yanında kimileri silahlı çatışma hukukuna dayanarak kuzey Irak’a operasyon yapılabileceği görüşündedir. Bu görüşe göre Türkiye’nin meşru müdafaa hakkını silahlı çatışma hukuku bağlamında yorumlamak mümkündür. Silahlı çatışma hukuku nazarı ile bakıldığında tehdidin kaynağının yurt içinde ya da yurt dışında olmasının hukuki ve askeri açıdan bir önemi yoktur. Silahlı çatışma hukukundaki anlamıyla askeri hedef nerede ise hareket oraya planlanır ve icra edilir. [21]
Türkiye giriş bölümünde arz ettiğimiz üzere yapması gereken tüm diplomatik çare yöntemlerini denemiş fakat muhatabı olan devletlerin samimiyetsiz tutumlarıyla karşılaşmıştır. Gerek meşru müdafaa gereği gerekse silahlı çatışma hukukundaki duruma bakıldığında her ne kadar yapılacak askeri hareket Irak’ın egemenlik yetkisine tecavüz oluştursa da harekât yukarıdaki metinlerden anlaşılacağı üzere uluslararası hukuka aykırı olmayacaktır.

B- BM Güvenlik Konseyinin Irak Konusunda Terörle Mücadeleye İlişkin Kararları

Uluslararası Terörizmle mücadelede birçok BM Güvenlik Konseyi kararı bulunmaktadır.[22]
BM Güvenlik Konseyinin 4 Ağustos 2005 tarihli ve 1618 sayılı tavsiye kararında, Iraktaki siyasi geçiş döneminde Irakta cereyan eden terörist faaliyetlerin durdurulmasına yönelik BM’ e üye olan devletlerin yükümlülükleri hatırlatılmaktadır. Kararda Irak’ ta yapılan terörist saldırılarda kullanılacak silahların sınırdan geçişine izin verilmemesi, mali desteğin engellenmesi ve zanlıların yargı önüne çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır.
BM Güvenlik Konseyinin 29 Temmuz 2005 tarihli ve 1617 sayılı bağlayıcı nitelikteki kararında ise El Kaide, Taliban ve bunlarla bağlantılı kişilerin internet ve basın yoluyla yaptıkları propaganda ve kışkırtmalardan endişe duyulduğu belirtilmektedir. Değişen güvenlik koşullarının gereklerine uygun olarak devletlerin üzerine düşen yükümlülüklerini yapması istenmektedir.
Türkiye PKK ile mücadelesinde verilen bu kararlarda olduğunun aksine diğer devletlerin desteğini hiçbir zaman görememiştir. Bunun aksine PKK terör örgütünün finansman faaliyetleri ve propagandası birçok ülkede çok rahat bir şekilde yapılmaktadır. Ayrıca PKK terör örgütü çok rahat bir şekilde yukarıdaki kararın aksine silah temin etmektedir.
Bunun yanında PKK’nın Kuzey Iraktaki faaliyetlerinden bağımsız olarak düşünülmesi gereken bir konu da Kerkük’ün statüsü ve ertelenen referandum sonucu oluşabilecek huzursuzluklardır.

3-Irak Türkmenlerinin Self Determinasyon Hakkı ve Türkiye’nin Hareket Serbestîsi:

Self-determinasyon hakkı, "bir halkın kendi geleceğini özgürce belirleme hakkı" demektir. Her halkın kendi siyasal statüsünü hür iradeyle belirlemesi; ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe sürdürmesini ifade etmektedir. Self determinasyon hakkı bir halkın bağımsız devlet kurmak dâhil dilediği devlete bağlı olma hakkını içermektedir.[23]
Self determinasyon hakkı BM şartının 1. ve 55. maddelerinde aşağıdaki şekliyle düzenlenmiştir.

BM Şartı /2- Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak...

BM Şartı /55-Uluslar arasında halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş barışçı ve dostça ilişkiler sağlanması için gerekli istikrar ve refah koşullarını yaratmak üzere Birleşmiş Milletler..

Halkların kendi kaderini tayin hakkı, BM çerçevesinde hazırlanan ve ilk iki kuşak hakları düzenleyen Kişisel ve Siyasal Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 1. maddesinde de güvence altına alınmıştır.Bu maddede şu ifadelere yer verilmiştir.


“Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir.Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik,sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.“


Halk ibaresinden ne anlaşılması gerektiği önemlidir.Hem BM şartı hem de mezkur metinlerde halk terimi kullanılmıştır.Halktan azınlık kavramı anlaşılması gerekir.Azınlık kavramı ise genel anlamı ile, içinde yaşanılan toplumda din, dil, etnik köken veya kültürel farklılığın yanı sıra hakim topluluğa oranla nüfus olarak da az olmayı da ifade etmektedir.[24]
1 Ağustos 1975’te imzalanan Helsinki Nihai Senedi’nde kabul edilen ve siyaset literatürüne Helsinki Deklarasyonu olarak geçen 10 ilkeden sekizincisi “halkların kendi kaderlerini belirleme hakkında eşit konumdadır.“ şeklinde düzenlenmiştir.

Ayrıca BM'nin 2625 say
ılı ve 24 Ekim 1970 tarihli kararıyla bu hakkın hangi hallerde kullanılabileceği saptanmıştır. Buna göre çok uluslu bir ülkede her topluma mensup vatandaşlar aynı muameleye tabi tutuluyorsa, seçme seçilme hakkından aynı derecede yararlanabiliyorsa, devletten eşit derecede sosyal ve diğer hizmetler görebiliyorsa, halklara baskı ve ayırımcılık uygulanmıyorsa bunun bir ülke bütünlüğü temsil ettiği ve herhangi bir ayrı hak doğamayacağı şeklindedir. Ama aynı topraklar üzerinde bir halk, memleketi yönetecek yasama ve yürütme organlarına seçme ve seçilme hakkından yoksun kılınırsa ve hükümetleri kendilerini temsil edemez duruma gelirse, o halka baskı, şiddet ve ayırımcılık uygulanırsa, insan hakları yok edilirse, bütçeden dışlanırsa, devletten kovulup devletsiz bırakılır, kültürel ve fiziki varlığı yok edilmeye çalışılırsa o zaman self-determinasyon hakkı tartışılmaz şekilde geçerlidir. Bu amaçla dıştan yardım arama ve alma hakları da doğar.
Gerek görsel gerekse yazılı basında Türkmen Irak vatandaşlarının Bölgesel Kürt yönetimi tarafından baskı altında tutulduğu demokratik haklardan yosun bırakıldığı hatta can ve mal güvenliklerinin tehlike altında olduğu yer almıştır.Haberlere bakıldığında self determinasyon hakkı doğduğu izlenimi zihinlerde canlanabilir fakat uluslararası toplumun self determinasyon hakkı konusundaki süreklilik arz eden görüşü farklılık içermektedir.Süreklilik arz eden görüşe göre kendi kaderini tayin hakkının belli bir ülkede bulunan tüm azınlıklar tarafından münferiden değil ülkedeki nüfusun bütünü tarafından kullanılabileceği yönündedir.Self determinasyon hakkını ırksal bir topluluk oluşturmayan etnik grupları, ulusal, dinsel, dilsel ve kültürel hakları kapsamamaktadır.Kendi kaderini tayin hakkı kurtuluş hareketlerinin bu hakkı kullanmasını engelleyen sömürgeci devletlere, yabancı işgal gücüne, bir ırkın mensuplarını hükümete katılmayı engelleyen bir devlete karşı kuvvet kullanmayı içerir.Üçüncü devletler ise asker gönderme hariç yardımda bulunmaya yetkilidir. [25]Türkiye bu ihtilafta üçüncü devlet konumdadır.
Bunun yanında kendi kaderini tayin hakkı uluslararası hukuk ve tatbikatta BM üyesi devletlerin toprak bütünlüğünü koruma ilkesi karşısında koruma görmemektedir.Bu husus BM genel kurulunun 1970 tarihli Uluslararası hukuk ilkeleri bildirisinde açıkça dile getirilmiştir.[26]Bilindiği üzere Irak BM üyesi egemen bir devlettir, her ne kadar genel kurul kararları bağlayıcı olamasa da Kerkük ve Türkmen nüfus konusu kendi kaderini tayin hakkına elverişli değildir.Kosova örneğinde olduğu gibi kendi kaderini tayin hakkının kullanımı devletler arası müzakereler ve anlaşma sonucu arabulucular etkisiyle olabilir, kaldı ki Kosova’nın statüsü hala açığa kavuşmamıştır.
Şimdiye kadar kendi kaderini tayin hakkı hukuksal değil, siyasal olarak kullanılmıştır.Sonuçta bu hakka dayanarak Türkiye’nin kuvvet kullanımı uluslararası hukuka aykırı olacaktır ancak Türkmen nüfusa yönelik sistematik ve soykırım niteliğindeki eylemler mahfuz tutulmalıdır.


4-Sonuç:

Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Türkiye Cumhuriyetinin Meşru müdafaa hakkına dayanarak sınır ötesi bir operasyonlara devamı tamamen Uluslararası hukuka uygundur.Kendi kaderini tayin hakkı kendi içinde özel konuma sahip olduğu için Türkiye’nin bunu dayanak alması imkan dahilinde değildir.
Hava operasyonlarına, geniş yada nokta nitelikteki kara operasyonlarının eklenmesi ihtimali yüksektir.Uluslararası toplumda Türkiye’nin kuzey Irak konusundaki tezlerinin büyük ölçüde destek görmesi ve 30 yıllık zaman diliminde hiç olmadığı kadar kabule şayan bulunması devlet yetkililerinin olayın hukuki ve diplomatik boyutuna da değer verdiklerinin göstergesidir.[27]
Operasyonların devamı karşımıza birçok ihtimal çıkartabilir.[28] Kanaatimizce sınır ötesi operasyon yolunda birçok askerimizin kanıyla ölçülemeyecek olsa da keskin viraj aşılmış, operasyonel açıdan gerekli olan hukuki ve siyasi alt yapı oluşturulmuştur.[29]







DİPNOTLAR


[1]- Doç. Dr Çaycı Sadi, Türk Savunma Hukuku (Yetkilendirme ve tezkerede usul için bkz http://www.asam.org.tr/temp/temp477.pdf )
[2]- 19 ekim 2007 tarihli Resmi Gazete( http://rega.basbakanlik.gov.tr/ )

[3]- Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Formu Irak Bülteni, syf -1
[4]- Yrd. Doç. Dr. İbrahim KAYA,Uluslararası Hukuk Metinlerinde 'Terörizm' Tanımları (http://www.usakgundem.com/makale.php?id=169 )

[5]- Örnek olarak Nelson Mandela- Yaser Arafat

[6]- Bkz 21 Mart 1981 tarihli Resmi Gazete

[7]- Yrd. Doç. Dr. İbrahim KAYA, Uluslararası Terörizmin Yasaklanması Çabaları

[8]- Doç. Dr Laçiner Sedat, Terör Örgütlerinin Temel Stratejileri ve Devletlerin Düştüğü Hatalar(http://www.turkishweekly.net/turkce/yazarlar.php?type=3&id=280 )

[9]- Çitlioğlu Ercan, Terörizmin Yeni Konsepti (http://www.asam.org.tr/temp/temp456.pdf )

[10]-Doç. Dr. Sedat Laçiner, Uluslararası İlişkiler ve Terörizm (http://www.usakgundem.com/makale.php?id=227 )

[11]-PKK terör örgütü, Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemiş ve şartlara bağlı olarak da köktendinci görünüme bürünen, şiddete dayalı eylemlerle Türkiye'yi zayıflatmak, parçalamak ve Türkiye'de Marksist bir Kürt Devleti kurmak amacını güden bir örgüttür. ( http://www.usakgundem.com/pdfs/USAK_PKK_Kronoloji.pdf )

[12]- Doç. Dr. Laçiner Sedat, Teröristle Mücadele Stratejimizdeki Temel Hatalar (http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=722&type=3 )

[13]- Doç. Dr. Çaycı Sadi, PKK Terörüyle Mücadelede Uygulanacak Hukuk, iç hukuk için bkz(http://www.asam.org.tr/temp/temp460.pdf )
[14]- 18 General Assembly Declaration of International Law Concer-ning Friendly Relations and Co-Operation Among States in accordance with the Charter of the United Nations.G.A.Res.2625(XXV)(1970).
[15]- 17 D. J. Harris, Cases and Materials on International Law, Lon-don, Sweet and Maxwell,1991,s.839.

[16]- Ercan Çitlioğlu, Why now? , Tne New Anatolian, Saturday & Sunday July 22-23, 2006 s.7
[17]-Fatma TAŞDEMİR, 11 Eylül Sonrası Dönemde Meşru Müdafaa Hakkı, önleyici saldırı için bkz (http://www.usakgundem.com/makale.php?id=150 )

[18]-Res. 487(1981)
[19]- Res. 573(1985)
[20]- Caroline Case, bkz. Jennings, American Journal of International Law, 1938, Cilt 32, s.82.20TheGuardian,17Ekim2001
[21]- Doç. Dr.Sadi Çaycı. PKK ile mücadelede, Sınır Ötesi Harekât Ve Hukuk, stratejik analiz, Ağustos 2005, Cilt 6, Sayı 64, s. 37, 41

[22]- Örnekler, BMGK’ nın 28 Eylül 2001 tarihli ve 1373 sayılı kararı, 15 Ekim 1999 tarihli ve 1267 sayılı kararı, 16 Ocak 2002 tarihli ve 1390 sayılı kararı, 17 Ocak 2003 tarihli ve 1455 sayılı kararı, 30 Ocak 2004 tarihi ve 1526 sayılı kararı, 29 temmuz 2005 tarihli ve 1617 sayılı kararı...
[23]- Pazarcı, op. clit. c.I, s.8
[24]- Türkiye içinazınlık kavramı Lozan antlaşmasında ‘ Müslüman azınlık yoktur’ ibaresiyle açıklığa kavuşturulmuştur.

[25]- Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Ayrılıkçılık, tam metin için bkz. (http://www.asam.org.tr/temp/temp508.pdf )

[26]- Antonio Cassese, İnternatial Law 2. baskı Owford University, oksford 2005 ss. 61-64

[27]- Örnek olarakTSK resmi sitesindeki uluslararası hukuk mevzuatı (http://www.tsk.mil.tr/10_ARSIV/10_3_Haberler_ve_Olaylar/10_3_11_Terorle_mucadelede_uluslararasi_mevzuatlar /terorle_mucadele.html )

[28]- Sakıncalar ve teoriler için bkz. Usak kuzey Irak Raporu(http://www.usakgundem.com/pdfs/USAK_RAPOR-Kuzey_Irak.pdf )

[29]-Aynı görüş için bkz. (http://www.stratejikgundem.com/haber.php?id=16463 )


KAYNAKÇA
Prof. Dr. Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukukun Temel İlkeleri
Yasemin Özdek, Uluslararası Politika ve İnsan Hakları
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Türkiyenin Terörle Mücadelede Muhtemel Sınırötesi Operasyonlarının Hukuki Zemini" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Ahmet Sacit Müderrisoğlu'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
23-04-2007 - 00:41
(6206 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 9 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 8 okuyucu (89%) makaleyi yararlı bulurken, 1 okuyucu (11%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
17850
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 7 saat 28 dakika 57 saniye önce.
* Ortalama Günde 2,88 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 46461, Kelime Sayısı : 3509, Boyut : 45,37 Kb.
* 3 kez yazdırıldı.
* 8 kez indirildi.
* 1 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 574
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,19431090 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.