Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Belgeli Akreditifin Hukuki Niteliği

Yazan : Oğuzhan Buhur [Yazarla İletişim]
Avukat

Yazarın Notu
Makale Temmuz 2001 tarihlidir.

AKREDİTİFİN TANIMI, İŞLEVİ VE KONUNUN SINIRLANDIRILMASI

§1-KONUNUN SINIRLANDIRILMASI

Akreditif muamelesi ile ilgili bu çalışmamızda akreditif çeşitlerinden belgeli akreditif ele alınacak ve belgeli akreditiften bundan sonraki bölümlerde akreditif muamelesi olarak söz edilecektir. Ayrıca belgeli akreditif açısından akreditif muamelesinin hukuki niteliği ve özellikle havale görüşünün üzerinde durulacaktır.

§2-AKRETİFİN TANIMI

Doktrinde çeşitli akreditif tanımları verildiği görülmektedir. Tekinalp’e göre “akreditif, açtıranın talimatı dairesinde havale ödeyicisinin, yani muhatabın, açtıranın ad ve hesabına, ödemede bulunma, lehtarın da süresi içinde ve şartlara uygun bir tarzda belgeleri ibraz etmesi kaydı ile ödemeyi talep yetkisi kazandığı bir tür havalenin adıdır” . Özel akreditif tanımını şöyle yapmaktadır: “Bankanın, alıcının talimatı üzerine, belirlenen koşulları tam olarak gerçekleşmesi üzerine, satıcıya belirli bir miktar para ödemeyi taahhüt etmesidir” . Akyol’a göre ise akreditif, “bir vekalet verenin vekil bankaya tediye havale emrini ihtiva eden bir kredi mektubudur”.

§3-AKREDİTİFİN İŞLEVİ

Ticari hayatın gelişmesi hem alıcı hem de satıcı için güvenli bir ödeme aracına olan ihtiyacı arttırmıştır. Akreditif işlevi açısından bakıldığında bir kredi aracı değil bir ödeme aracıdır. Bankaların alıcılardan bedeli peşin almadan akreditif açmaları, akreditifin bir kredi kurumu haline gelmesi için yeterli değildir. Buradaki kredi, akreditif müessesine yabancı olan, alıcının kredi itibarına dayanılarak yapılmış olan bir işlemdir.
Akreditif muamelesi ile alıcı ile satıcı arasında yeterli olmayan güven unsuru sağlanmış olur. Ayrıca akreditif muamelesi ile alıcı malların tam ve sözleşmeye uygun şekilde ifasını sağlarken, satıcı da satmış olduğu mal karşılığında semeni tam ve eksiksiz olarak almış olur.
Akreditif muamelesinin diğer ödeme yöntemlerine nazaran hem alıcı hem de satıcı bakımından sağladığı bazı avantajlar bulunmaktadır. Bunlar alıcı bakımından; belirli şartlar yerine getirilmeden ödeme yapılmayacağından emin olmak, en son yükleme tarihini saptayabilmek, satıcı ile anlaşarak vadeli bir poliçeyi kabulü ile alıcının kredi temini yoluna gidebilmesi, satıcının malları göndermeden bedelinin tamamen ya da kısmen peşin ödenmesi durumunda alıcının iskonto talep edebilmesi olarak sayılabilir. Satıcı bakımından ise; akreditif şartlarının yerine getirilmesi halinde bir bankanın ödeme güvencesine sahip olunması, akreditif gösterilerek ihracat kredisi alabilme olanağı, alıcının ülkesinde meydana gelen idari kısıtlamalara karşı korunma olarak sayılabilir.

AKREDİTİFİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Akreditifin hukuki niteliği konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin bir kısmı akreditifin hukuki niteliğini tek bir görüş ile açıklamaya çalışmış, bir kısmı ise akreditifi birden fazla ilişkinin bir bütünü olarak görmüş ve her bir ilişkiyi ayrı değerlendirmiştir.

§1-AKREDİTİFİN HUKUKİ NİTELİĞİNİ TEK BİR İLİŞKİ OLARAK KABUL EDEN GÖRÜŞLER

A.Havale Görüşü

Akreditif konusunda en çok savunulan ve doktrinde de hakim olan görüş BK m.457-462 arasında düzenlenen havale görüşüdür. Zira Yargıtay’ın da görüşü bu doğrultudadır. Akreditif açılması şartıyla yapılan bir satım sözleşmesinde alıcı muhil, satıcı mühalünleyh durumundadır. Alıcı (muhil) satıcıya bir tediyede bulunmak konusunda bankaya (mühalünaleyh) ve tediye olunan şeyi kendi namına kabzetmek konusunda satıcıya bir yetki vermektedir.
Ancak bu görüşü savunanlar bazı noktalarda akreditifin havaleden ayrıldığını kabul etmişlerdir. Akreditifte alıcı daima satıcının borçlusu durumundadır. Ancak havalede muhil, mühalünaleyhin alıcısı ve mühalünleyhin borçlusudur.
Havalede ödeme nakitten başka kıymetli evrak ve sair misli şeylerle yapılabileceği halde, akreditifte ödeme nakit olarak yapılır. Akreditifte belirlenen şartların yerine getirilmesi halinde lehdara ödeme yapılmaktayken, havaledeki gibi lehdarın banka hesabına doğrudan doğruya alacak olarak kaydedilmez.
Havalede muhil herzaman havaleden dönebilirken (BK m.461/1), akreditifte dönme sadece dönülebilir akreditifte söz konusudur ve bu hak bankaya aittir. Dönülemez akreditif halinde ise amir banka, muhabir banka ve lehdarın rızası olmadan akreditif iptal edilemez. MTÖ’nün 500 sayılı yeknesak kurallarına göre ise akreditif muamelesinde aksi belirtilmediği sürece akreditifin, dönülemez akreditif olduğu kabul edilmiştir.
Akreditif ilişkisinde, havale ilişkisinde olduğu gibi (BK m.459), amir banka tarafından akreditifin kabul edilmesine gerek yoktur. Amir bankanın hazırlayıp lehdara verilmek üzere muhabir bankaya yolladığı küşat mektubu, akreditifin kabulü değil, akreditif talimatı ile lehdar tarafından yerine getirilecek olan şartları ihtiva eder.
Havalenin ve akreditifin soyut nitelikleri birbirlerinden farklıdır. Zira havalede mühalünaleyhin alacaklıya karşı ileri sürebileceği şahsi def’ileri akreditifte ileri süremez. Tekinalp ise bu konuda aksi görüştedir.
Havale görüşünün yetersiz olduğu bir diğer nokta ise rücû hakkı konusundadır. Akreditif ilişkisinde poliçenin devir ve cirosu söz konusu olduğunda amir banka ve teyit bankasının lehdara rücû hakkı yoktur. Bunun dışında muhabir banka ve iştira bankası kendisine ödeme yapılmaması halinde lehdara rücû edebilir. Bu sebeplerle doktrinde akreditif gibi karmaşık bir işlemin havale görüşü ile açıklanamayacağını savunanlar bulunmaktadır.
Ayrıca doktrinde akreditifin üç taraflı bir hukuki işlem olduğu görüşünü savunanlar bulunmakta ise de akreditifin dört taraflı bir hukuki işlem olduğunu savunanlar ve bu sebeple de havale görüşünün söz konusu olamayacağını söyleyenler bulunmaktadır.

B.Mücerret Alacak Görüşü

Doktrinde taraftar bulan bir diğer görüş ise akreditif bankasıyla lehdar arasındaki ilişkinin, iki kişi arasında yapılan akreditif sözleşmesine dayanması sebebiyle, mücerret bir borç ilişkisi olduğu yönündedir.
Akreditif amiri, akreditif bankasına daha önceden belirlenmiş bulunan belgeleri ibraz etmesi şartıyla üçüncü kişiye akreditif bankasının ödeme yapması yönünde ödeme talimatı verir. Bu sebeple banka ile amir arasında oluşan ilişkiyi bazı yazarlar BK m.356/2’ye göre vekalet akdi, bazı yazarlar ise BK m.386-vd. göre istisna akdine dayandırmaktadırlar. Lehdar ise bu ilişki amir ile banka arasında olduğu için bu ilişkiye dayanamaz ve lehdarın banka ile olan ilişkisi bankanın akreditif açıldığını lehdara bildirmesi ile başlamaktadır. Akreditif bankası bu bildirim ile belli belgelerin ibrazı şartı ile lehdara müstakil bir ödeme taahhüdünde bulunmaktadır. İşte banka ile lehdar arasında özel bir kabule gerek duyulmayan bu ilişki, BK m.17 uyarınca mücerret bir borç ilişkisidir görüşü doktrinde savunulmaktadır.
Doktrinde bu görüş akreditifi sadece banka ile lehdar arasında yapılan bir sözleşmeden ibaret sayması sebebiyle eleştirenler olmuştur. Zira akreditif ilişkisi amirin akreditif bankasına verdiği bir talimatla başlamakta ve bankanın akreditif açmasının ardından lehdara bildirilmek üzere muhabir bankaya bildirmesi ile devam etmektedir.
BK m.17’ye mücerret borç ikrarında borcun varlığının kabulü için başka bir delile gerek duyulmamaktadır. Böyle bir delile dayanan alacaklı ise alacağını ispatlamak ile mükellef tutulamaz. İkrara karşın böyle bir borcun doğmadığını veya edimin ifaya zorlanamayacağını ispat külfeti borçluya aittir.
Sonuç olarak mücerret borç ikrarı görüşü, lehdar ile akreditif bankası arasında savunulabilir bir görüş olmasına rağmen teyitsiz akreditif açısından bakıldığında muhabir banka ile lehdar arasında geçerli görünmemektedir.

C.İtibar Mektubu-İtibar Emri Görüşü

Doktrinde akreditif ile itibar mektubu müessesini aynı nitelikte olarak kabul eden görüşler bulunmaktadır.
BK m.399/1’de tarif edilen itibar mektubu ihdas edenle muhatap arasında bir vekalet ilişkisi, mektubu ihdas edenle üçüncü kişi arasında bir selâhiyet ilişkisini oluşturur. Bu sebeple Bk m.399/1’e göre itibar mektubu vekalet ve havale hükümlerine tabi kılınmıştır. Ancak doktrinde akreditifin havale görüşü ile açıklanamayacağını savunanlar bulunmaktadır. Ayrıca itibar mektubu lehdarın elinde bulunan bir belgedir ve bu belgenin ibrazının ardından lehdara ödeme yapılırken, akreditifte lehdarın elinde bulunan bir belge yoktur; ancak lehdar, kendisinden ibraz edilmesi istenen belgeleri ibraz eder.
İtibar emrinde amaç lehdara kredi verilmesidir; ancak akreditif niteliği itibariyle bir kredi değil bir ödeme müessesesidir. Akreditifte asıl amaç satış bedelinin ödenmesidir.
İtibar mektubunun, her ne kadar kanunda bir açıklık bulunmamasına karşın, mektup kelimesine dayanılarak yazılı yapılması gerektiği kabul edilmiştir. Ancak akreditifte böyle bir yazılı geçerlilik şartı mevcut değildir. Yazılı şekil zorunlu bir unsur olarak görülmemiştir.
BK m.399/2’de ödenecek miktarın azami tutarı tayin edilmediği taktirde, itibar verilen kimse (lehdar) âkitlerin durumuna uygun olmayan bir miktar talep ettiği taktirde, muhatap durumu mektup sahibine bildirmelidir. Bu durum itibar mektubunun kredi müessesesi olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak akreditif müessesinin asıl amacı satış bedelinin ödenmesi olduğu için böyle bir durumun meydana gelmesi söz konusu değildir. Bu sebeple itibar mektubunda azami miktarın belirlenmemesi durumu söz konusu olabilecekken, akreditifte mümkün değildir.
İtibar mektubunda da havale ilişkisinde olduğu gibi ödemeyi kabul etmesi gerekmektedir.
Bilge, eserinde itibar mektubunu açıklarken terminoloji olarak itibar mektubu ve akreditifi aynı kabul etmiştir. Oldukça kompleks bir yapıya sahip olan bu müessesenin BK’da yer alan bir madde ile açıklanmasının güç olduğu kabul edilmektedir.
Doktrinde akreditifin itibar emri ile olan ilişkisi de ele alınmıştır. BK m.400’de düzenlenen itibar emrine göre itibar mektubunda muhatap krediyi mektup sahibi hesabına açmakta ve onun hesabına ödemede bulunmakta; oysa itibar emrinde kredi muhatap tarafından kendi şahsî nam ve hesabına açılmaktadır. Bu sebeple kanun ifa edilmiş olan itibar emrinin kefalete benzer sonuçlar doğuracağını öngörmüştür.
İtibar emri ile de akreditifin hukuki niteliğini açıklamak mümkün değildir; zira itibar emri itibar mektubu gibi bir kredi müessesesidir, ancak akreditifin asıl amacı satış bedelinin ödenmesidir. BK m.400/2’ye göre itibar emrinin yazılı olarak yapılması gerekirken, akreditifte yazılı bir şekil şartı yoktur. İtibar emrinde amir ile lehdar arası ilişki kefil asıl borçlu arasındaki hükümlere tâbi kılınmıştır; oysa akreditifte amir ile lehdar arasındaki ilişki genellikle alım-satım ve bazen de istisna akdidir. Ayrıca itibar emrinde, itibar veren kişi muhatabın üçüncü kişiye açtığı krediyi temin eder, üçüncü kişi yani lehdar ise borcunu ödemezse amir bundan sorumlu olur. Ancak bu ilişkiyi akreditif muamelesine uyarlamak oldukça güçtür.
İtibar emri gerek yapısı gerekse kullanılma amacı sebebiyle akreditiften farklı bir kurumdur. Bu yüzden akreditifin hukuki niteliğini itibar emri ile açıklamak mümkün olmadığı söylenmektedir.

Ç.Üçüncü Kişi Lehine Şart Görüşü

Çoğunlukla Fransız, Alman ve İtalyan hukukunda savunulan bu görüşe göre akreditif amiri ile banka bir sözleşme yapmaktalar ve banka lehdara karşı borç altına girmektedir.
Üçüncü kişi lehine şart BK m.111’de düzenlenmiştir. Burada sözleşmenin alacaklı ve borçlu tarafı sözleşmeye taraf olmayan üçüncü bir kişi yararına bir edim kararlaştırmaktadırlar. Üçüncü kişi lehine şart borçların nispiliği ilkesinin bir istisnasıdır. Üçüncü kişi lehine şart, tam ve eksik üçüncü kişi lehine şart olarak iki çeşittir. Üçüncü kişinin borçludan alacağı talep hakkı varsa tam üçüncü kişi lehine şart; eğer yoksa eksik üçüncü kişi lehine şart söz konusudur. Doktrinde akreditifin bir üçüncü kişi lehine sözleşme olduğunu savunan görüşe göre, dönülebilir akreditif halinde satıcının lehine şart koşulmuş olan bankadan talep etme hakkı yoktur. Dönülemez akreditif halinde ise tam üçüncü kişi lehine şart söz konusudur.
Akreditifin hukuki niteliğini belirlemede üçüncü kişi lehine şart görüşünün yetersiz kaldığını söyleyenler bulunmaktadır. Zira çoğu kez alıcının bedeli bankaya peşin ödemesi veya bankada bir hesabının bulunması halinde bankanın alıcıya karşı borcu bulunmamaktadır; bu sebeple taraflar arasında (banka ile alıcı), lehdar (satıcı) lehine bir sözleşme yapılmamaktadır. Çünkü bankanın, lehdara satış bedelini öderken, alıcıya karşı ifayı amaçladığı kendine ait bir borcu bulunmamakta, bankayla alıcı arasında konusu iş görme olan bir akit yapılmakta ve banka aldığı talimatla satış bedelini ödemektedir. Ayrıca BK m.111/III’e göre üçüncü kişi edimi kabul ettiğine dair beyanını borçlunun hukuk alanına ulaştığı taktirde, alacaklının borçluyu ibra etme hakkı sona erer. Yani üçüncü kişinin doğmuş olan hakkı geri alınamaz hale gelir. Ancak akreditifte lehdarın akreditifi kabul etme ya da reddetme hakkı bulunmamaktadır. Akreditifin dönülemez hale gelmesi için böyle bir kabul veya red beyanına gerek de yoktur. Çünkü bu tür beyan ile akreditifin çeşidini (dönülebilir-dönülemez) lehdar değil, akreditifi açarken banka belirlemektedir.

§2-AKREDİTİFİN BİRDEN FAZLA HUKUKİ İLİŞKİDEN MEYDANA GELEN, KOMPLEKS BİR KARAKTER
TAŞIDIĞI GÖRÜŞÜ

Akreditifin tek bir hukuki müessese ile açıklanamaması üzerine, akreditif muamelesinin bir sözleşmeler bütünü olduğu ve bu ilişkilerin teker teker ele alınması gerektiği öne sürülmüştür. Özellikle Anglo-Amerikan bankacıları ve hukukçuları akreditifin kendine özgü bir niteliği olduğunu eskiden beri kabul etmişlerdir. Bu sebeple belirli bir hukuki kalıp içerisinde ortaya çıkmayan akreditif muamelesini taraflar arasındaki ilişkileri ayrı yarı ele alarak incelemek daha doğru olacaktır.

A.Amir-Banka İlişkisi

1.İstisna Görüşü

Doktrinde bu ilişkinin bir istisna sözleşmesi olduğunu savunanlar bulunmaktadır. Alman hukukunda savunulan bu görüş eser sözleşmesini ikiye ayırmaktadır. Birinci halde, BGB § 631 ve BK m.355’in anladığı anlamda eser sözleşmesi yer almaktadır. İkinci hal ise BGB § 675’de düzenlenmiş olan eser sözleşmesidir. Akreditif, vekalet akdi ile eser akdinin kesiştiği bir işlem olarak nitelendirilmektedir. Aynı yazarlar, konusu iş görme (vekâlet)olan eser sözleşmelerine, istisnalar saklı vekalet hükümlerinin uygulanması gerektiğini savunmaktadırlar.
Maddi olmayan varlıkların da, istisna sözleşmesinin bir unsuru olarak, eser kapsamında yer alması gerektiğini söyleyenler bulunmaktadır; çünkü çalışma ürünü olarak ortaya çıkan sonuç devamlılık arzetmese ve hatta devredilemese bile eser niteliği taşıyabilir. Burada asıl önemli olan insan emeği ürünü olan ve iktisadi bir değere sahip olan hukuki varlığın bir sonuç arzetmesidir. Bazı yazarlara göre akreditif muamelesine bu açıdan bakıldığında bile istisna sözleşmesinin varlığından söz etmek güçtür; zira istisna sözleşmesinde asıl önemli olan belli bir sonucun elde edilmiş olmasıdır. Oysa akreditifte bankanın böyle bir yükümlülüğü yoktur. Bankanın tek yükümlülüğü belli belgelerin ibrazı halinde ödeme yapmaktır. Aksi halde eksik veya uygun belge ibrazında banka ödemede bulunamaz. Bu sebeple de bazı yazarlar bankadan bir sonuç beklendiğini söylemek mümkün olmadığını söylemektedirler.

2.Vekâlet Görüşü

Konusu iş görme (vekalet) olan eser akdi kavramı tüm hukuk düzenlerinde yasal hükümlere bağlanmamıştır. Dünya hukuklarında genel eğilim, vekalet ve eser akitlerinden birine kesin olarak sokulamayan akitlere vekalet hükümlerinin uygulanması yönündedir. Bu görüşe göre akreditif ilişkisinde taraf olan amir ile banka arasındaki inançlı işlem de vekalet akdinin uygulanmasını destekler niteliktedir.
Vekalet sözleşmesi düzenlendiği BK m.381 de göze alınarak şu şekilde tanımlanabilir: “Vekalet öyle bir akittir ki vekile müvekkilin menfaatine ve iradesine uygun bir sonuca yönelen bir iş görmeyi bir zaman kaydına tabi olmaksızın ve nisbeten bağımsız olarak yapma borcunu sonucun elde edilmesi rizikosu ona ait olmak üzere yükler” . Akreditif ilişkisine bu tanım açısından bakıldığında akreditif bankasının görevi satıcıya, gerekli belgeleri ibraz etmesinin ardından, satış bedelini ödemektir. Banka satıcının ibraz edeceği belgeleri ise değerlendirmekte, tıpkı vekalet akdinde olduğu gibi nisbi bir bağımsızlığa sahiptir. Özel uzmanlık gerektiren işlerde ise bu bağımsızlık daha da geniş olarak algılanmalıdır. Satış bedelinin ödenmesine aracılık eden banka konusunda uzman bir kişi olarak daha serbest hareket etmekte ve satıcının ibraz ettiği akreditif şartlarına uymayan belgeleri ise ancak amirin izniyle kabul edebilmelidir.
Vekalet sözleşmesi ile istisna akdini birbirinden ayıran en önemli unsurlardan biri olan vekilin sonucu mutlaka elde etmek için değil, sadece belirli bir doğrultuda çalışma taahhüdü altına girmesi de akreditif ilişkisinde bulunan unsurlardan biridir.
Vekalet akdi eksik iki taraflı bir akit olduğu için, bazı yazarlar vekalet görüşünün yetersiz olduğunu; çünkü amirin bankaya komisyon ve sair masraflar ödemesi onun asli borcudur ve bu unsur da sözleşmeye tam iki taraflı akit olma özelliğini kazandırmaktadır. Bu yazarlar istisna akdinin iki taraflı bir akit olması ve ücret ödeme borcunun, istisna akdinde asli bir borç olması sebebiyle bu ilişkinin istisna akdi sayılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Ancak bazı yazarlar ise BK m.386/III’deki “mukavele veya teamül varsa, vekil, ücreti müstahak olur” ibaresine dayanarak akreditif ilişkisinde bankaya komisyon ödenmesinin ve ücret karşılığı iş görmesinin teamül gereği olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple de yukarıda bahsi geçen görüşün vekalet görüşünü bertaraf edici kuvvette bir görüş olmadığını söylemektedirler.
Vekalet akdinde BK m.396/I’e göre vekil her zaman istifa edebilir ve vekalet veren de her zaman vekili azledebilir. Ayrıca bu hüküm emredici niteliktedir ve aksi sözleşme ile düzenlenemez. Akreditif ilişkisinde ise bunu söylemek güçtür. Çünkü dönülemez akreditifte amir banka lehdara kesin bir ödeme taahhüdü altına girmektedir. Alıcının bankayı azletmesi bir sonuç doğurmayacağı gibi, bankanın da istifası söz konusu değildir. Ancak bazı yazarlar azil ve istifa yetkisinden atipik vekalet sözleşmelerinde vazgeçilmez olmasını tatminkâr bir çözüm olarak görmemekte ve bu yüzden de akreditif ilişkisinin de bu tür bir istisna ilişki olarak varsayılması ile bu sorunun aşılacağı kanaatindedirler.
Doktrinde amir ile banka arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesi olduğu görüşü daha yaygındır. Ayrıca tam olarak istisna veya hizmet sözleşmesine uymayan ve konusu işgörme olan bir ilişkinin de BK m.386/II uyarınca vekalet sözleşmesi hükümlerine tabi olacağı söylenmektedir.

B.Akreditif Bankası-Muhabir Banka İlişkisi

1.İç İlişki

Bankanın, satıcının ülkesinde şubesi bulunmaması veya satıcının kendi ülkesinde bulunan belli bir banka ile çalışmak istemesi sebebiyle amir banka belgeleri inceleyip ödeme işlemini yapması için bir başka bankaya yetki vermesi durumunda muhabir bankadan söz edilir. Akreditif bankası ile muhabir bankası arasındaki ilişkinin vekalet akdi olduğu görüşü baskındır.

2.Dış İlişki

a.Muhabir Bankanın İfa Yardımcısı Olduğu Görüşü

Türk Hukukunda Hukuk Genel Kurulu 04.11.1964 tarihli kararında muhabir bankanın BK m.100 anlamında yardımcı kişi sıfatı taşıdığı görüşündedir.
Doktrinde kabul edilen görüşe göre, yardımcı kişiler BK m.100’de sayılanlardan ibaret değildir. Bir kimsenin borçlunun rızasıyla borcun ifasına katılması yardımcı kişi sayılması için yeterlidir. Borçlunun edim yükümlülüğünü kendilerine bıraktığı bağımsız kişiler de yardımcı kişi sayılmaktadırlar.
Doktrinde muhabir bankanın ifa yardımcısı olduğunu savunanlar bulunmaktadır. Bu yazarlar akreditif bankası ile muhabir banka arasında vekalet sözleşmesi bulunduğunu; ancak muhabir bankanın ikame vekil değil ifa yardımcısı sayılması gerektiğini söylemektedirler. Çünkü muhabir banka akreditif bankasının idare ve denetimi altında olmaksızın bağımsız değildir ve akreditif bankası akreditif muamelesinin asli borçlusu iken muhabir banka sadece belgeleri kabul ile yetkilidir demektedirler. Aynı yazarlar akreditif bankasının sorumluluğunun, muhabir bankanın teminat karşılığında akreditifte
belirlenen şartlara uymayan belgeleri alarak ödemede bulunması halinde de, sona ermeyeceğini savunmaktadırlar. Teamüle göre akreditif bankasının yardımcı kişi kullanmasının mümkün olduğu söylenmektedir.

b.Muhabir Bankanın İkâme Vekil Olduğu Görüşü

Alman ve İsviçre doktrinindeki hakim görüşe göre muhabir banka akreditif bankasının vekilidir. Türk öğretisine göre de muhabir banka ile akreditif bankası arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi niteliğinde olduğu yönündedir.
Bu görüşü savunanlara göre, akreditif ilişkisinde akreditif bankası bir başkasını tevkile yetkilidir ve bu yetkiyi kullanırken gerekli dikkat ve özeni göstermek zorundadır. (BK m.391/II) Aksi taktirde akreditif bankası BK m.97 uyarınca yükümlülüğünü yerine getirmediği için sorumlu duruma düşer. Yargıtay bazı kararlarında, bu görüşü destekler nitelikte, bankalar arasında vekalet sözleşmesi olduğunu belirtmiştir. Akreditif bankasının bir bankayı muhabir banka olarak seçerken talimatta bir açıklık bulunması şartı yoktur. Aksine bir talimat yoksa Yeknesak Kuralların 12.maddesine göre akreditif bankası başka bir bankayı muhabir olarak atayabilir.
Muhabir bankanın, ikame vekil veya ifa yardımcısı sayılmasının önemi akreditif bankasının sorumluluğunda kendisini göstermektedir. Zira vekilliğe ilişkin BK m.391/II’de yer alan sorumluluk, BK m.100’de öngörülen sorumluluğa nazaran daha dardır. Çünkü BK m.391/II uyarınca vekil, sadece başkasını vekil atarken ve talimat verirken gerekli dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. Ancak muhabir bankanın ifa yardımcısı olduğu kabul edilecek olursa BK m.100 uygulanacak ve akreditif bankası muhabir bankanın eylemlerinden de sorumlu olacaktır. Ayrıca muhabir bankanın ikame vekil olduğu görüşü kabul edilirse lehdarın akreditif bankasına karşı haiz olduğu hakları, muhabir bankaya karşı da ileri sürebilir.
İkame vekil görüşünü savunanlara göre, bir kişinin ifa yardımcısı sayılabilmesi için borçlu ile arasında bir ilişkinin bulunmasına gerek olmadığı gibi, borçluya tesadüfi tarzda yardım eden kişi de ifa yardımcısı sayılabilecektir. Fakat bir bankanın akreditif ilişkisine bu tarzda girmesi mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple de bankalar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeye dayanması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu sözleşme türünün ise vekalet sözleşmesi olarak kabul edilmesinin uygun olacağını kabul etmektedirler.
Bu görüşün aksini savunanlar ise akreditif bankasının muhabir bankayı kendi yerine ikame etmediğini ve bu sebeple de kendine düşen yükümlülüklerin tamamını veya bir kısmını başka bir bankaya devretmediğini söylemektedirler. Akreditif bankasının ne kendi ne de lehdar adına bir sözleşme yaparak kendi yerine muhabir bankayı ikame etmediğini ve sadece akreditif bankasının, muhabir bananın hizmetinden yararlandığını belirtmektedirler.

C.Banka-Lehdar İlişkisi

Bazı yazarlar bu ilişkiyi akreditif açıldığının ihbarının muhabir bankaca yapılmasından önceki ve sonraki dönem olarak ikiye ayırarak incelemişlerdir. Akreditif amirinin akreditif açtırması ile satıcı lehine bir talep hakkı doğar.

Bu talep hakkı akreditif amiri ile banka arasında oluşan vekalet sözleşmesine dayanan mücerret borç vaadidir.
Burada akreditif amiri ile banka arasında, lehdar lehine bir sözleşme; yâni tam üçüncü kişi lehine şart bulunduğu söylenebilir. Böylece amir, kendine düşen yükümlülükleri yerine getirse bile bankanın haklı bir sebebe dayanmaksızın lehdarı akreditiften haberdar etmemesi durumunda lehdar, sadece amire (alıcı) başvurabilecekken, tam üçüncü kişi lehine şart görüşünün kabulü ile bankaya kendisine mücerret borç vaadi sayılabilecek bildiriyi yapması konusunda başvurabilecektir. Ancak bazı yazarlar alıcının verdiği akreditifin lehdar açısından üçüncü kişi lehine sözleşme olarak nitelendirilemeyeceği görüşündedirler.
Doktrinde, banka tarafından lehdara akreditif açıldığının ihbarının ardından oluşan ilişkinin BK m.17 anlamında mücerret borç ilişkisi olduğu yönünde görüş birliği mevcuttur. Lehdar, mâkul süre içerisinde bankanın ihbar ettiği akreditif ilişkisini reddetmemişse BK m.6 uyarınca sözleşme zımnî kabul ile kurulmuş olur.
Teyitsiz akreditifte ise amir banka, muhabir bankanın ödeme yükümlülüğü olmadığı için, mücerret borç ikrarında bulunmaktadır. Ancak muhabir bankanın teyidini ilavesi ile amir bankanın yanı sıra ikinci bir banka da lehdara karşı mücerret olarak borç üstlenmiş olur.
Mücerret borç ilişkisi sebebiyle, banka lehdara karşı ancak mücerret borç vaadinin geçerliliğiyle ilgili def’iler, akreditif şartları ile ilgili def’ilerle sebepsiz zenginleşme def’ini ileri sürebilir. Fakat banka, satım akdinden doğan def’ilerle, alıcı ile kendi arasındaki def’ileri lehdara karşı ileri süremez.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Belgeli Akreditifin Hukuki Niteliği" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Oğuzhan Buhur'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
17-04-2004 - 22:47
(7312 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 14 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 6 okuyucu (43%) makaleyi yararlı bulurken, 8 okuyucu (57%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
9592
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 5 saat 39 dakika 43 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,31 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 24984, Kelime Sayısı : 3087, Boyut : 24,40 Kb.
* 46 kez yazdırıldı.
* 35 kez indirildi.
* 3 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 36
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04210591 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.