Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Adli Psikiyatri- İki Dil Arasında Çeviri

Yazan : Mustafa Sercan [Yazarla İletişim]
Prof. Dr. Psikiyatr

Makale Özeti
Ülkemizde adli psikiyatri uzmanı olmadığından bütün psikiyatri uzmanlarının aynı zamanda adli psikiyatri raporu yazmakla görevlendirilme olasılığını göz ardı etmemek gerekir. Bu ne-denle psikofarmakoloji ve diğer tüm klinik bilgiler gibi adli psikiyatri bilgisinin de dağarcı-ğımıza eklenmesi zorunlu. Hukukla ruh hekimliği bilgisinin bir ortak çalışma alanı olarak adli psikiyatri; önemi gittikçe artan bir çalışma alanımız. Bu resmi görevi üstlendiğimizde hukukun ne istediğini ve psikiyatri bilgisinin bu işlevi gerçekleştirirken nasıl uyarlanacağını bilmemiz gerekiyor. Yargılama sürecinde ruh hekimi değerlendirilecek bir kanıtın saptanması ile görevlidir. Adli psikiyatrik rapor düzenlemede hangi hastalığa ne tür bir rapor düzenleneceği sorusu doğru değildir. Ruh hekiminin görevi değerlendirilen kişinin suçlu olup olmadığı değil, yargılamaya konu olan psikiyatrik durumun var olup olmadığıdır. Adli psikiyatrik raporun dili gündelik dil olmalıdır. Ruh hekimlerinin yazacağı doğru ve güvenilir raporların Adli Tıp Kurumu’nun raporlarının daha güvenilir olduğu yönündeki yanlış kanıyı da düzelteceği bir gerçektir. Adli psikiyatrik değerlendirme ile kanıt oluşturma süreci dört aşamadan oluşur: Hukuk dilinin psikiyatri diline çevrilmesi, psikiyatrik değerlendirme, psikiyatrik sonucun hukuk diline çevrilmesi (adli psikiyatrik rapor), yargıcın psikiyatri bilgisiyle yazılıp, hukuk diline çevrilmiş metni anlaması. Yazıda iki örnek (ceza sorumluluğu ve cinsel suç mağdurlarının değerlendirilmesi) üzerinden iki bilim alanının dilleri arasındaki çeviri işlemi açıklanmıştır. Adli psikiyatrik rapor düzenlemede de “hastalık yok, hasta var” geçerlidir, ki-şiye ve duruma göre rapor düzenlenmesi gerekir. Adli psikiyatrik raporların duyarlı bir ince-leme ve incelikli bir yazımla düzenlenmesi gerekir. Tanı, hukuki sorunun yanıtı bütün gerek-çeleri ile raporda yer almalıdır. Anahtar Kelimeler: Adli psikiyatri, olgu değerlendirme, rapor düzenleme
Yazarın Notu
Psikiyatride Güncel Cilt 1, Sayı 1. 2011

ADLİ PSİKİYATRİ: İKİ DİL ARASINDA ÇEVİRİ

Mustafa Sercan

Özgeçmiş: İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni 1981’de bitirdi. Psikiyatri uzmanlık eğitimini İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi’nde 1987’de tamamladı. 1989 – 2007 arasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde çalıştı, 1991'de doçent, 1993'de şef yardımcısı oldu. 2008'de profesör unvanını aldı. Ruhsal Hastalıklar (Nevzat Yüksel) 3. Baskısı'na Adli Psikiyatri, Psikiyatri ve Etik bölümlerini yazdı (2006). TPD Adli Psikiyatri Uygulama Kılavuzu'nun yayın yönetmenliğini ve bazı bölümlerin yazarlığını yaptı (2007). Çalışma alanları adli psikiyatri, etik, ruhsal travma, depresyon ve bedenselleştirmedir. 2007’den bu yana Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi görevini sürdürmektedir.
İletişim: Abant İzzet Baysal Ü. Tıp Fak. Psikiyatri AD Bolu

Özet
Ülkemizde adli psikiyatri uzmanı olmadığından bütün psikiyatri uzmanlarının aynı zamanda adli psikiyatri raporu yazmakla görevlendirilme olasılığını göz ardı etmemek gerekir. Bu nedenle psikofarmakoloji ve diğer tüm klinik bilgiler gibi adli psikiyatri bilgisinin de dağarcığımıza eklenmesi zorunlu. Hukukla ruh hekimliği bilgisinin bir ortak çalışma alanı olarak adli psikiyatri; önemi gittikçe artan bir çalışma alanımız. Bu resmi görevi üstlendiğimizde hukukun ne istediğini ve psikiyatri bilgisinin bu işlevi gerçekleştirirken nasıl uyarlanacağını bilmemiz gerekiyor. Yargılama sürecinde ruh hekimi değerlendirilecek bir kanıtın saptanması ile görevlidir. Adli psikiyatrik rapor düzenlemede hangi hastalığa ne tür bir rapor düzenleneceği sorusu doğru değildir. Ruh hekiminin görevi değerlendirilen kişinin suçlu olup olmadığı değil, yargılamaya konu olan psikiyatrik durumun var olup olmadığıdır. Adli psikiyatrik raporun dili gündelik dil olmalıdır. Ruh hekimlerinin yazacağı doğru ve güvenilir raporların Adli Tıp Kurumu’nun raporlarının daha güvenilir olduğu yönündeki yanlış kanıyı da düzelteceği bir gerçektir. Adli psikiyatrik değerlendirme ile kanıt oluşturma süreci dört aşamadan oluşur: Hukuk dilinin psikiyatri diline çevrilmesi, psikiyatrik değerlendirme, psikiyatrik sonucun hukuk diline çevrilmesi (adli psikiyatrik rapor), yargıcın psikiyatri bilgisiyle yazılıp, hukuk diline çevrilmiş metni anlaması. Yazıda iki örnek (ceza sorumluluğu ve cinsel suç mağdurlarının değerlendirilmesi) üzerinden iki bilim alanının dilleri arasındaki çeviri işlemi açıklanmıştır. Adli psikiyatrik rapor düzenlemede de “hastalık yok, hasta var” geçerlidir, kişiye ve duruma göre rapor düzenlenmesi gerekir. Adli psikiyatrik raporların duyarlı bir inceleme ve incelikli bir yazımla düzenlenmesi gerekir. Tanı, hukuki sorunun yanıtı bütün gerekçeleri ile raporda yer almalıdır.
Anahtar Kelimeler: Adli psikiyatri, olgu değerlendirme, rapor düzenleme

Abstract
We must regard that all of psychiatrists may be assigned to write a forensic psychiatric report due to lack of forensic psychiatrist. It is a necessity to add knowledge of forensic psychiatry to curriculum beside psychopharmacology and the other clinical information. Forensic psychiatry as mutual study area of justice and psychiatry is also our practice field. When we are taken on this formal task, we must know what justice demands from us and how we adapt the psychiatric knowledge to this function. Mental health specialist is charged with to determine the proof for court. It is not a correct question, what kind report is prepared for which disorder in forensic psychiatry. Psychiatrist’s task is not to detect whether the referred person is guilty or not. In contrast, it is whether does exist or not the psychiatric condition is the subject of judgment. The wording of the reports has to be not terminologically but must be in daily tongue. It is a truth that correct and reliable reports written by psychiatrists will ameliorate the myth about reports of are more reliable. The process of determining the proof by forensic psychiatric evaluation consists of four stages: Translation the notion of law to psychiatric notion, psychiatric evaluation, translation the psychiatric result to notion of law (forensic psychiatric report) and understanding of judge the report text. In the paper, it has explained the translation procedure between the notions of two science area on two examples (criminal responsibility and evaluation of victims of sexual assaults). The motto of “patient exists, not disease” is valid in forensic psychiatry; it is a must to prepare specifically the report according to person and condition. Report must be prepared after a sensitive investigation and with refined spelling. Diagnosis and answer of judicial question must get involved in the report.

Giriş
Adli psikiyatri. Hukuk ve psikiyatrinin yani amaçları, bilgisi ve uygulaması birbirinden farklı iki öğretinin ortak işlev gerçekleştirdiği bir kesişme noktası. Bir anlamda iki ayrı dilin karşılaştığı bir kavşak.
Tıp ve tıbbın bir dalı olarak psikiyatri de, hukuk da insan ve toplumun yararını amaçlar. İkisi de görünenin gerisindeki “doğru”yu araştırır.
İkisi de “bozuk olan”ı düzeltmeyi amaçlar ama sağlam olanın bozulmasını önlemek zorundadır. Tıbbın bakış açısına göre sağlık bedenin “iç denge”sine (homeostazis) dayanır. Arapça kökenli adalet sözcüğünün kökü de “denge”dir.
Adli psikiyatrinin iki ortağı arasındaki bunca benzerliğe bakıp da sorunsuz bir ortaklık yaşandığını hayal etmek de gerçekçi değil. Çünkü her ikisinin ortak noktası insana ve topluma yönelik olmaları ama uğraştıkları sorunları, kavrama ve düşünme biçimleri, çözüm yöntemleri, dilleri farklı.
Her biri ayrı dil konuşan iki kişi birbiri ile nasıl anlaşabilir? Ya işaret dili ile ya da ortak bir dilde. Bu nedenle adli psikiyatrinin işlevini yerine getirmesi ancak bir tarafın öbürünün dilini anlaması ve kendi görüşlerini karşı tarafın anlayacağı bir dille ifade etmesiyle olanak bulur.
Adli işlem yapan psikiyatrın bu anlaşmayı sağlamak için hukuk diliyle konuşması ne ölçüde “tıbbi” olacaktır? Bir hukukçunun tıp diliyle konuşması ne ölçüde “hukuki” olabilirse o kadar.
Adli psikiyatrik rapor tıbbi bilirkişilik raporudur. Yargıcın anlaması için tıbbi mesleki jargon kullanmadan gündelik dille yazılması zorunludur. Aslında hukuki jargon kullanılması da uygun değildir, gündelik dille yazılmış tıbbi içerikli bir yazılı belge ya da sözlü ifade olduğu unutulmamalıdır.
Adli Psikiyatrik Sürecin Kavranma Sorunları ve Dil Yanlışları
Adli psikiyatrik sürecin bazı yanlış inanç (myth) ya da kalıp cümleleri var ki, yargılama bunun üzerine yürütülmekte ve istisna durumlar yanlış uygulamayla sonuçlanmaktadır. Bunların başlıca örneklerini gözden geçirmemizde yarar var.
Hukukçular bu konuda ne der? Adli psikiyatriyi ilgilendiren hukuk uygulamalarının hukukçular tarafından nasıl yorumlandığının bilinmesi kuşkusuz adli psikiyatri uygulamasını zenginleştirecektir. Ancak psikiyatrın işi asıl olarak bu yasa maddelerinin psikiyatrik yönden doğru anlaşılması, doğru raporlanmasıdır. Bu yöndeki çabanın da hukuk alanını zenginleştireceğine kuşku yoktur.
Adli psikiyatrik rapor yargıcın kararını dayandırmak zorunda olduğu bir belge midir? Yargılama sürecinde yargıcın işlevi, yargılamanın hukuk kurallarına uygun yürütülmesi, kanıtların toplanması ve değerlendirilmesi, olayın ardındaki “doğrunun” kanıtlara göre ortaya çıkarılması ve hukuki kurallara uygun vicdani bir karara varmasıdır. Adli psikiyatrik bilirkişilik kanıt toplanma sürecindeki bir uzmanlık işlevidir. Adli psikiyatrik rapor, yargılama sürecinde söz konusu edilen olay ya da durumları psikiyatrik değerlendirme ile bir kanıta dönüştürme sürecidir. Bir sanığın ruhsal hastalığına bağlı ceza sorumluluğu raporu, suçun manevi öğesiyle ilgili bir kanıt oluşturur. Bir saldırı mağdurunun yaşadığı ruhsal bozukluk raporu suçun maddi öğesiyle ilgili bir kanıttır ve yargılamada sonucu etkiler.
Tıpkı parmak izi ile ilgili bir inceleme sonucunun kanıt olup olmaması gibi, adli psikiyatrik rapor, sunulan durumdan bir kanıt oluşup oluşmayacağı kanaatini oluşturur. Bu raporun yargıcın karara dönüştürmek zorunda olduğu bir belge olduğu düşünülmemelidir. Adli psikiyatrik rapor yargıcın yasalar çerçevesinde vereceği vicdani karara dayanak oluşturur. Ancak bütün bilirkişi raporları gibi içeriği itibariyle, yargıcın müdahalesine açık olmayıp, yeterli ya da ikna edici bulunmazsa tam olarak değerlendirme dışı bırakılamayacağı fakat başka bir bilirkişiye başvurulabileceği bilinmelidir (CMK 64, 66)1.
Tıbbi psikiyatrik bilginin hukuki uygulamalar içinde yeri nedir? Bilirkişilik, hukuk uygulamasının gereksinim duyduğu uzman bilgisine dayanır. Bu nedenle adli psikiyatrik bilirkişi yasada tanımlanan çerçeve içinde kalmak koşuluyla, bilgi alanının gereklerine uymak zorundadır. Bir anlamda adli psikiyatrik raporlama işleminde “tıbbi bilgi, hukuki bilgi niteliği kazanır”. Psikiyatrik olarak yapılması gereken, hukuki gereklilik haline gelir. Bir hastanın muayenesi, belirti ya da bulguların saptanması, gerekli tıbbi incelemelerin yapılması, bulguların tıbbi yorumu ve sonuca varılması adli psikiyatrik değerlendirme sürecinde hukukun gereği olarak yapılır. Adli psikiyatrın hukuki sorumluluğu, bu süreçte tıbbın, psikiyatrinin gereklerine uymaktır (CMK 63)1.
İşimizi yaparken hukukçu gibi mi, hukuk bilgisi olan hekim gibi mi düşüneceğiz? Ülkemizdeki adli psikiyatrik uygulamada bir yandan “kendinizi yargıç yerine koymayın” şeklindeki doğru ilke yinelenir ama bir yandan da değerlendirilen kişinin eyleminin hukuki değerlendirmesini yapmaktan geri durulmadığını görürüz. Bu yanlış işlemi yapanların hukuki terimlerle konuşmaya çalıştığını görmek şaşırtıcı olmaz. Doğrusunun bu olduğu sanılır. Oysa “Bilirkişi raporunda, hâkim tarafından yapılması gereken hukukî değerlendirmelerde bulunulamaz.” (CMK 67/3)1 Buna göre adli psikiyatrik değerlendirme sırasında konuşulacak dil psikiyatrinin dili olmalıdır. Kimi zaman bu “fazla hukuki” adli psikiyatrik raporları yazanların gerekçesi “yargıç böyle ister” olunca şaşırıp kalırsınız. Öyle midir? “Yargıç böyle mi ister?”
Çoğu zaman yargıç gönderilen raporu okuyup anlamaya çalışır, yasaya göre gereken de budur. Buna göre bir hukuki, vicdani kanı oluşturmaya çabalar. Bazen yargıcın belli bir biçimde rapor istediğini görür gene şaşırırsınız. Psikiyatrlar arasındaki “hangi hastalığın ceza sorumluluğu yoktur?” sorusuna benzer biçimde sanığın “akıl hastalığı olup olmadığı, TCK 32. maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği” sorusu ile gönderilir. Bu nedenle işlemin yıllarca üç satırlık “ceza sorumluluğu yoktur” raporuyla tamamlandığı görüldü.
Ceza sorumluluğu ceza hukukunun temel kavramlarından biridir. TCK’da yasanın bir bölüm başlığı “ceza sorumluluğu”dur. Bu bölüm başlığında 15 madde yer alır (20-34). Ceza sorumluluğunun istisnalarını tanımlayan 11 maddenin yalnızca dördü (TCK 31, 32, 33, 34. maddeler) doğrudan psikiyatri ile ilgilidir2.
Adli psikiyatrik rapor tıbbi bilirkişilik raporudur. Yargıcın anlaması için tıbbi mesleki jargon kullanmadan gündelik dille yazılması zorunludur. Aslında hukuki jargon kullanılması da uygun değildir, gündelik dille yazılmış tıbbi içerikli bir yazılı belge ya da sözlü ifade olduğu unutulmamalıdır.
Yargıç yanlış anlamayı önlemek için yasa maddesini yazar ama bu yasa maddesinin raporunuzu sınırlayacağı anlamına gelmez. Yargıcın sorusunu yanıtlama koşulları eksikse, bu eksiğin tamamlanması isteği ile raporun ertelenebileceğini bilip ona göre davranmakta yarar vardır. Yargıç üç aya dek süre verebilir, “özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre, bilirkişinin istemi üzerine, en çok üç ay daha uzatılabilir.” (CMK 66/1) Yargıcın kısa, açık, duru bir yanıt bekleme gereksinimi ne kadarsa, raporun tıbbi çerçevenin genişliği kadar kapsayıcı olması zorunluluğunun da o kadar olduğunu unutmamalıyız.
Ülkemizdeki adli psikiyatrik uygulamada bir yandan “kendinizi yargıç yerine koymayın” şeklindeki doğru ilke yinelenir ama bir yandan da değerlendirilen kişinin eyleminin hukuki değerlendirmesini yapmaktan geri durulmadığını görürüz.
Raporun düzenlenmesinde mutlaka yargıcın istediği her şeyin yapılması zorunlu mudur?: Kuşkusuz psikiyatr herhangi bir gecikmeye yol açmamakla yükümlüdür. Gelen yazıya olanak ölçüsünde hemen yanıt verilmelidir. Ancak yapılacak işin bilirkişisi, uzmanı psikiyatrdır. Yapılacak işin gerektirdiği sürenin temel alınması zorunludur. İstenen rapor, yargıcın belirlediği süre içinde yapılamayacaksa bu sürenin bildirilmesi gerekir. İstenen tıbben yapılamayacak nitelikte ise bunun nedeni ile bildirilmesi durumunda mahkeme emri yerine getirilmemiş sayılmaz. Örneğin gözlem amacıyla gönderilmiş bir kişinin, hastane olanakları buna yeterli değilse koşulların yetersizliği nedeniyle istenenin yerine getirilemeyeceğini bildirmek, gözlemin gerçekleştirilebileceği başka bir kurumun adını vererek yazıyı yanıtlamak gerekir.
Hangi hastalığa hangi rapor? Yaygın tutumlardan biri de, belirli tanılar için sabit ceza sorumluluğu değerlendirmesi uygulamasıdır. “Şizofrenik hastanın ceza sorumluluğu olmaz”, “nevrotik hastalıklar ceza sorumluluğunu etkilemez” gibi kalıp cümlelerin nesnel bir adli psikiyatrik değerlendirme için geçerli olmayacağını bir kez daha yinelemekte yarar var. En azından kuramsal olarak şizofrenik bir hastanın her durumunda ceza sorumluluğunun bulunmadığını söylemek her zaman olanak bulmayacağı gibi, nevrotik bir hastanın bazı suçlar için ceza sorumluluğu tam olmayabilir. Cinsel saldırı mağdurunun yaşadığı ruhsal bozukluğun yargılama sürecini ancak “kalıcı olması” durumunda etkileyeceği yönündeki hukuki yorum için de aynı değerlendirme yapılabilir3.
Raporun güçlü olması için abartılması: Bazı kurumsal raporlarda ceza sorumluluğunu kaldıran bir hastalığı (örneğin mani) olan kişiye daha ağır bir hastalık (örneğin şizofreni) tanısı ile rapor düzenlendiği görülür. Bu uygulamada sonucu kuvvetlendirecek bir tanı konulması seçilmiş, daha hafif bir hastalığın ceza sorumluluğunu etkilediğini gösterecek kanıtlar arama yerine, daha ağır hastalık tanısıyla bir kestirme yol bulunmuş gibidir. Bu örneği böyle abartılı raporlarla karşılaşıldığında şaşırılmaması ve elbette daha önemlisi örnek alınmaması için yazıyorum.
Adli Tıp Kurumu (ATK) raporları daha mı güçlüdür? Resmi bilirkişilik kurumu olmasından, üç aşamalı ATK raporlarının sonuncusuna (ATK Genel Kurulu Raporu) itiraz edilemeyeceğinden yargılamada hep ATK raporunun daha güçlü olduğundan söz edilir. Öyle midir? Güç ile kast edilen “baş edilemezlik” ise ATK raporları güçlüdür4.
Kast edilen bilimsel, nesnel güçlülük ise, adli psikiyatrik alanda ATK raporlarının gücü epeyce yetersizdir. Kurumun yıllar sonrasına işlem randevusu vermesine bakılarak hizmet hızı bakımından da pek güçlü olmadığı açıkça görülmektedir.
Adli psikiyatrik işlemler için görev yapan daire ve kurulların çok sayıda başvuru için sayıca yetersizliğinin nesnel inceleme olanağını daraltması bir yana, özellikle Adli Tıp Genel Kurulu’nun uzmanlık derecesi düşük olduğundan hukuki “bilirkişilik” tanımına uygun değildir (ATKK 15, 23).
Öte yandan ülke genelinde yaygın devlet hastaneleri, eğitim ve araştırma hastaneleri, üniversite hastaneleri psikiyatri kliniklerinde çalışan çok sayıda uzman, hukukun tanımladığı bilirkişi niteliğindedir. Güçlü olduğu “vehmi” ile ATK’den yoğun rapor isteğinde bulunmanın doğru olmadığı düşüncesinin bir gün genel kabul göreceği beklentisi içindeyiz.

Adli Psikiyatrik Değerlendirmede Çeviri İşlemleri
Adli psikiyatrik değerlendirme ile kanıt oluşturma süreci dört aşamadan oluşur:
1. Aşama: Hukuk dilinin psikiyatri diline çevrilmesi.
2. Aşama: Psikiyatrik değerlendirme.
3. Aşama: Psikiyatrik sonucun hukuk diline çevrilmesi (adli psikiyatrik rapor).
4. Aşama: Yargıcın psikiyatri bilgisiyle yazılıp, hukuk diline çevrilmiş metni anlaması.

1. Örnek: Ceza Srumluluğu
Türk Ceza Kanunu’nun ceza sorumluluğu ile ilgili 31, 32, 33 ve 34. maddelerinde ceza sorumluluğunun “işlenen fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamama veya davranışlarını yönlendirme yeteneği” ibaresi ile tanımlandığı ve bu yetilerin yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, geçici nedenler ve işitme-konuşma yetileri üzerine dayandırıldığı görülür.
1. Aşama-hukuk dilinin psikiyatri diline çevirisi:
a) Bu yasa maddelerinde temel alınan ibarenin iki öğesinden ilki, “işlenen fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamama” psikiyatrik dilde ne anlama gelir?“İşlenen fiil”, yasaca suç olarak tanımlanmış olan bir eylemi ifade eder. Suç, yasanın yapılmasını yasakladığı bir eylemin gerçekleştirilmesi ya da yapılmasını buyurduğu bir eylemin yapılmamasıdır. Bu anlamda suç yalnızca etkin olunması biçiminde değil, gerekli etkinliğin gösterilmemesi biçiminde de doğabilir.
Yasanın ilgili maddelerinde geçen “anlam ve sonuçlar” ile kast edilen eylemin suç olduğunun, karşılığında ceza görüleceğinin, yapılmaması gerektiğini bilmekle ilgilidir.
Adli psikiyatrik işlem yaparken, yasa maddesinde kullanılan “algılama” sözünün yalnızca beş duyu organının algılamasını değil, kavrama, bilme, yargılama, karar verme yetilerini ifade ettiğini belirtmek gerekir. Bu kavram, 1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “şuur” olarak tanımlanır, burada ifade edilen “bilinç” de yine aynı anlamda kullanılmıştır. Yani bilinç tıbbi anlamda değil, en geniş anlamıyla yorumlanır.
b) İkinci öğe “davranışlarını yönlendirme yeteneği”nin psikiyatrik anlamını da ortaya çıkarmak gerekir. Davranışların yönlendirilmesi ile kast edilen isteme gücüdür (irade, istenç). Kişinin suç olarak tanımlanmış davranışı durdurma ya da doğru olanı yapma gücü, 1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “harekat serbestisi” olarak tanımlanmıştır.
c) TCK 31. maddesinde “algılayamama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması”ndan, 32. madde 1. fıkrasında bunların önemli derecede azalmasından, 2. fıkrasında ise birinciden daha düşük bir azalmadan söz edilmektedir.
Hukuk, tanımlanan bu ruhsal yetilerin bir gelişme süreci gösterdiğini ve bozulabileceğini kabul etmekte, gelişip gelişmediğinin ya da bozulup bozulmadığının saptanmasını istemektedir.
d) Doğru bir adli psikiyatrik değerlendirme için TCK 32. maddesinde sözü edilen “akıl hastalığı”nın psikiyatride ne anlama geldiğinin de doğru anlaşılması gerekmektedir. Yaygın algılama ve değerlendirme yanlış olarak burada sözü edilen hastalığın psikiyatride “psikoz” denen hastalık grubunda olduğudur. Oysa hukuk psikiyatrinin kendi terim ve tanımlarıyla ilgili değildir. Psikiyatrik adlandırmalar, sınıflandırmalar adli psikiyatrik değerlendirmenin temelini oluşturmaz. Kişide ruhsal bir hastalığın bulunup bulunmadığı ve bu hastalığın biliş ve istenç üzerinde bozucu bir etkisi bulunup bulunmadığının, etkisi varsa derecesi sorulmaktadır. Psikiyatrın yanıtlaması gereken de bu soruya göre olmalıdır.
e) Yasa maddesinde yazılı olmayan ancak ceza sorumluluğu değerlendirmesinde çok önemli olan bir nokta da, yetilerin gelişmemişliğinin ya da azlığının suç zamanına ilişkin olduğudur. 1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda ceza sorumluluğu ile ilgili 46. madde “suçu işlediği sırada…” diye başlar5. Yeni yasada bu maddede zaman belirteci olmasa da, hukuk suçun işlenmesinde ruhsal yetilerin gelişmemişliğinin ya da bozukluğunun etkisini temel aldığından değerlendirmenin suç zamanına göre yapılmasını gerektirir. Kronik hastalıklar kalıcı bozukluklar olduğundan zaman konusu daha az sorun olsa da dönemsel hastalıklarda bu çok önemlidir (TCK 1926, TCK 2004)1,5.
2. Aşama- psikiyatrik değerlendirme: Psikiyatrik değerlendirmede sıklıkla soru şöyle sorulmaktadır: “Hangi hastalıkta, yasanın hangi maddesine göre karar vereceğiz?”, “Şizofreni’de ceza sorumluluğu nasıl etkilenir?”… Bu soruların yanıtları doğru olmayacaktır, çünkü soru doğru değildir.
Doğru soru şöyledir: “Suç anında kişinin kavrama, bilme, yargılama, karar verme ya da istenç yetilerinin gelişmesinde bir gerilik var mı? ” (TCK madde 31) ya da “Suç anında kişinin kavrama, bilme, yargılama, karar verme ya da istenç yetilerini önemli derecede ya da kısmen bozulmasına yol açan bir akıl hastalığı var mı?”
a) Adli psikiyatrik değerlendirmenin birinci adımı, tümüyle olağan bir tanı koyma sürecidir. Kişide bir psikiyatrik hastalığın olup olmadığını saptamak için gerekli bütün muayene ve incelemeler yapılır, eldeki bütün tekniklerden ve teknolojilerden ve elbette dava dosyasındaki bilgilerden yararlanılır.
b) Tanıya varıldıktan sonra ikinci adım, saptanan hastalığın kavrama, bilme, yargılama, karar verme ya da istençte bir bozulmaya yol açıp açmadığının belirlenmesi olacaktır. Bu adımda saptanan hastalığın biliş ya da istenci bozucu türde bir hastalık mı olduğu sorusunun yanıtını vermek gerekecektir. Tek başına bilişi, tek başına istenci ya da ikisini birden bozan ruhsal hastalıklar olduğu gibi, ikisini de etkilemeyen hastalıklar da vardır.
c) Hastalık saptanmışsa bu hastalığın suç tarihinde var olup olmadığını anlamak için kişinin özgeçmişi, tıbbi belgeler, dava dosyası incelenir. Muayenemizde hastalık belirti ve bulgularının varlığı tek başına suç sorumluluğu yönünde karar vermemize yetmez. Saptanan hastalığın suç öncesinde, ya da sonrasında var olduğu ama suç tarihinde olmadığı saptanmışsa kişinin ceza sorumluluğunun tam olduğu sonucuna varılacaktır.
d) Kişinin suçu ile psikiyatrik hastalığının ne olduğu da önemlidir. Psikiyatrik hastalığın ne tür eylemlerde biliş ve istenç yetersizliğine yol açacağının yorumlanması gereklidir. Bir zamanlama hatası, ihmal suçlamasında kişide saptanmış bir obsesif yavaşlık önemli bir etkilenme olarak yorumlanabilir. Oysa aynı kişinin hırsızlık suçunda bir etkilenmeden söz edilemeyeceği açıktır.
Hırsızlık suçunda antisosyal ya da sınır kişiliklerde görülen “dürtüsellik” ile kleptomanide görülen “dürtü denetim bozukluğu”nun aynı biçimde yorumlanması doğru olmayacaktır. Dürtüsellik gösteren kişilerin dürtülerini farklı durumlarda denetleyebildikleri saptanabilirken, kleptomaninin özelliği “belli alanda özelleşmiş” bir dürtü denetim bozukluğu olmasıdır. Kleptomani tanısı olan bir kişinin hırsızlık suçu söz konusu olduğunda etkilenmeden söz edilmesi kaçınılmaz iken, aynı kişinin kişiye dönük bir şiddet suçunda etkilendiği söylenemez.
Aynı kişinin, aynı anda işlediği iki suçtan biri için akıl hastalığının etkisi olduğu, öbürü için etkisi bulunmadığı sonucuna varılabilir. Dokunma kompulsiyonu nedeniyle bir elektrik direğine yönelmiş olan bir kişi, o sırada oradan geçmekte olan bir kadının bunu “üstüne gelme” olarak yorumlaması üzerine çıkan bir tartışma nedeniyle hem sarkıntılık, hem de yaralama suçundan yargılanmaktadır. Bu olayda kişinin sarkıntılık suçunda akıl hastalığından etkilenmiş olduğunu, buna karşılık yaralama suçunda hiç etkilenmediğini düşünebiliriz.
Bir kişinin iki uçlu duygudurum bozukluğu örneğinde olduğu gibi döngüsel hastalığı varsa, farklı zamanlarda işlenmiş suçları için farklı suç sorumluluğu bulunduğu sonucuna varılabilir. Psikotik depresyon ya da mani tablolarında ceza sorumluluğu bulunmadığı kanısına varılabileceği gibi, iyilik dönemlerinde sorumluluğun tam olduğu sonucuna varılması da doğaldır.
e) Bu aşamada son adım etkilenme derecesinin belirlenmesi olacaktır. TCK 32. maddesinin 1. fıkrası tam ceza sorumsuzluğunu, 2. fıkrası ise bir azaltılmış sorumluluğu düzenlediği bilinmektedir. 1. fıkrada “önemli derecede bir etkilenmeden, 2. fıkrada ise daha az bir etkilenmeden söz edilmektedir.
“Önemli derecede etkilenme” neyi ifade etmektedir? Önem sınırı nereden geçmektedir? Kişinin bilişinin ve istencinin suç anında ne derecede bozulmuş olduğunun belirlenmesi için psikiyatrinin elindeki başta gelen ölçütler, kişinin suç anındaki hastalık belirtileri, suç öncesindeki yaşam niteliği ve işlevselliği olacaktır. Şu soruları yanıtlamamız gerekiyor:
i. Hastalığın biliş ve istenci azaltıcı özelliği sürekli mi dönemsel mi?
ii. Dönemsel ise suç olan eylem sırasında kişi hastalık döneminde mi, iyilik döneminde mi?
iii. Hastalığın tedaviye yanıtı, hastanın tedavi uyumu, tedaviyi sürdürme bakımından ailevi durumu, sosyal güvencesi nasıl?
iv. Kişinin suç öncesindeki yaşam niteliği ve genel işlevselliği ne durumda?
Bu soruları birkaç suç ve psikiyatrik hastalık örneği üzerinden yanıtlamaya çalışalım. Şizofreni gibi bilişi ve istenci büyük oranda bozan bir hastalık söz konusu olduğunda etkilenmenin önemli ölçüde olduğunu yorumlamak güç olmayacaktır. Ancak şizofrenide bile tedavi yanıtı iyi, işlevselliği yüksek bir kişi söz konusu olduğunda, iyilik döneminde etkilenmenin “önemli ölçüde” olmadığı söylenebilir mi? Kuramsal olarak söylenebilse bile bu durumda bir şizofrenik hasta ile karşılaşılmadığını da belirtmeliyiz.
İki uçlu duygudurum bozukluğu olan bir kişi için suç sırasında mani, depresyon ya da iyilik döneminde olmasına göre farklı değerlendirmeler söz konusu olacaktır. Mali işlemler gerektiren bir suç için mani döneminde olmak tam bir ceza sorumluluğu yorumuna olanak tanırken, depresyon dönemi örneğin ihmal ile oluşan bir suç için ceza sorumsuzluğuna gerekçe oluşturabilir. Tam bir iyilik halinde işlenmiş bir suça karşı aynı kişinin tam sorumlu olduğu değerlendirmesi yanlış olmayacaktır. Kısmi iyilik durumunda kişinin azaltılmış ceza sorumluluğu kanısına varılabilir.
Zeka geriliği gibi bilişi ve istenci bozucu etkisi yüksek bir bozuklukta etkilenmenin önemli ölçüde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak hafif zeka geriliğinde birinin, hırsızlık suçunda özel bir beceri kazanacak bir yeterliğe eriştiğinin saptanması durumunda etkilenmenin kısmi olacağını ya da hiç olmayacağını değerlendirmek de gerekebilir.
3. Aşama-psikiyatrik sonucun hukuk diline çevrilmesi: Kişi hakkında adli psikiyatrik sonuca varıldığında bunun bir rapora dönüştürülmesi gerekmektedir.
Adli psikiyatrik raporda yer alan dava dosyası özeti, psikiyatrik muayene ve bulgular, psikiyatrik özgeçmiş başlıkları varılan sonuca dayanak oluşturan verileri içermelidir. Rapor psikiyatri uzmanlarının anlayacağı terimlerle değil, günlük dildeki karşılığı sözcüklerden oluşan bir dille yazılmalıdır. Bir terimin kullanılması kaçınılmaz olursa yanına açıklayıcı bir ifade eklenmelidir.
Tartışma bölümünde önceki bölümlerde sıralanan verilerle yapılan tıbbi akıl yürütme yazılmalıdır. Kişide bir hastalık olduğunu gösteren veriler, bu hastalığın suç tarihinde de var olduğunu ve bu hastalıktan ceza sorumluluğunun etkilendiğini gösteren veriler bu akıl yürütmede kullanılmalıdır.
Sonuç bölümünde ise kişinin ceza sorumluluğunun bulunup bulunmadığı ya da kısmen bulunduğu tıbbi kanısı yazılacaktır. Bu paragrafta yasa maddesinde yer alan ibarenin kullanılması özellikle önemlidir. Tıbbi kanı “…. kişide (…) suç tarihi olan (….) günü (….) hastalığının bulunduğunu, bu hastalığın kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama, davranışlarını yönlendirme yeteneğini önemli ölçüde bozduğu, kişinin ceza sorumluluğunun bulunmadığı” biçiminde açıkça ama hukuk dilinde belirtilmelidir.

4. Aşama-hukukçuların psikiyatri bilgisiyle yazılıp, hukuk diline çevrilmiş metni anlaması: Kuşkusuz bu aşama psikiyatrın doğrudan etki alanının dışındadır. Bu daha çok hukukçuların anlama çabasıyla tamamlanacak bir süreç gibi görünmekle birlikte, dolaylı etki sağlamak için psikiyatrın ve tüm psikiyatri topluluğunun yapabileceği bir şeyler var.
Önceki üç aşamadaki çeviri süreci iyi yapılmışsa dördüncü aşamanın da bunlarla tam işlevli olması sağlanabilir.
Ancak her dilin öğrenilmesi ve anlaşılmasında geçerli olan bir kuralın bu konuda da geçerli olduğunu göz ardı etmememiz gerekli: Tutarlı yineleme. Adli psikiyatrik raporlama sürecindeki aşamaları tam içeren raporlar sayıca çoğalır, süreklilik kazanırsa hukukçuların da bu dile yabancılıkları azalacaktır. Farklı üslup ve düzende yazılmış raporlar bu uygulama dilinin hukukçularca anlaşılmasını güçleştireceği de göz ardı edilmemelidir.

2. Örnek: Cinsel Suç Mağdurlarında Ruhsal Bozukluk
1. Aşama- hukuk dilinin psikiyatri diline çevrilmesi: Türk Ceza Kanunu, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar başlığı altında cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki ve cinsel taciz ve çocuk düşürtme suçlarını tanımlar. Bu suçların cezaları yanında “Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi” ve “suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması” ağırlaştırıcı etmen olarak tanımlanmıştır2.
Yasada yaşama karşı suçlar, (öldürme -TCK 81, 82, 83, 85-, intihara azmettirme -TCK 84-), beden dokunulmazlığına karşı suçlar ve ağırlaştırıcı nedenler (yaralama;TCK 86, 87, 88, 89), açıkça betimlenmiştir: Mağdurda basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif yaralama, yüzde sürekli değişiklik ya da sabit iz, duyu veya organ işlevinin sürekli zayıflaması ya da işlev yitimi, konuşmada sürekli zorluk, konuşma ya da doğurma yetisi kaybı, erken doğurma, düşük, kemik kırığı, iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalık veya bitkisel hayata girme, yaşamı tehlikeye sokan bir durum...
Çocuk düşürtme (TCK 99), cinsel suçlar (TCK 102, 103), cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar dereceli cezalandırma ile tanımlanmıştır: İki yıldan yedi yıla (TCK 102), üç yıldan sekiz yıla (TCK 103), altı aydan iki yıla (TCK 104), üç aydan iki yıla (TCK 105)… Ayrıca bu maddelerde ağırlaştırıcı nedenlerle ceza artırımı getirilmektedir: %50 süre artırımı (TCK 102, 103, 105), %100 ceza artırımı (TCK 104), 10 yıldan az olmamak üzere (TCK 102), 8 yıldan 15 yıla (TCK 103), müebbet hapse kadar. (TCK 102)
1. saptama: Kişi dendiğinde biz tıpta ve günlük yaşamda bedenden çok ruhsal yapıyı anladığımız halde TCK kişi dendiğinde ağırlıkla bedeni anlamaktadır. Ceza yasası beden dokunulmazlığı kapsamında bedeni ve bedenin göreceği zararları tanır ve tanımlar. Yasada tanımlanmış olan bedenin dokunulmazlığı ve bedensel bozukluk kavramı da tanınır ve ayrıntılı tanımlanır. Buna karşılık ruh, ruhsal bütünlük ve ruhun dokunulmazlığı tanınmaz ve tanımlanmaz. Ruha karşı suç, bedene karşı suç gibi tanımlanmamıştır. Buna karşın hukuk, tanımlanmamış olan ruhun bozukluğunun saptanmasına gereksinim duyar. Bu bir eksiklik gibi görünse de, yasanın nesnel hukuk anlayışına göre yazıldığı, ruhun bir yasa metninde nesnel tanımlamasının güç olduğunun göz önüne alındığı, ancak ruhsal bozukluğun nesnel gerçekliğini kabul ettiği ve bozukluğun nesnel saptamasında psikiyatrik bilirkişiyi yetkilendirdiği anlaşılmaktadır.
2. saptama: Bilimsel olarak, üremeyle ilgili de olsa üremeden bağımsız cinsellik insana özgü bir işlevdir. Ancak yine cinsellik bedenle ve üreme organlarıyla ilgili olsa da daha çok ruhsal bir işlevdir. Oysa Türk Ceza Yasası cinselliği ruhsal bir işlev olmaktan çok bedenle ilgili bir işlev olarak değerlendirir. Tecavüz ve cinsel saldırı suçlarında ruhsal olarak karşı koyma gücü ve ruhsal bozukluğa yol açıp açmama dışında mağdurun ruhsal durumu değerlendirmeye alınmaz.
3. saptama: Yargıtay içtihatlarında (CGK 20.11.2007/240) ruhsal bozukluğun kalıcı olup olmadığına bakıldığı ve bu konudaki raporların da içtihatlar doğrultusunda düzenlendiğinin çok örneği görülmektedir. Oysa yasada ceza tanımı geniş bir zaman aralığı olarak belirlenmiş ancak bu zaman aralığının takdiri yargıca bırakılmıştır (CGK).
Beden yaralanmaları için, basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif yaralama, iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalık veya bitkisel hayata girme, yaşamı tehlikeye sokan bir durum olarak derecelendirilmesi ve ceza buna göre belirlendiği halde ruhsal bozukluğun “var” ya da “yok” şeklinde değerlendirilmesi kalıcı olmayan ruhsal bozukluklar için bir dengesizlik yaratmaktadır.
Kalıcı olmayan ruhsal bozukluklar beden için söz konusu olan basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif yaralama, yaşamı tehlikeye sokan bir durum gibi derecelendirme ruhsal bozukluklar için de olanaklı iken böyle bir tanım yapılmamıştır. Bu bir eksiklik olsa da, yasada tanımlanan ceza aralığının takdirinde yargıcın kişinin sağlık durumunu değerlendirme olanağı bulması önemli olacaktır.
Ruhsal travma, hukuken bedensel travma gibi doğrudan tanımlanmamıştır. Bugüne dek yapılan uygulamalar, çoğunlukla dar bir hukuki yorum yapılması “kalıcı ruhsal bozukluğun olup olmadığı” biçiminde değerlendirme yapılması yolundadır. Oysa hukuken tanımlanmamış olması, genel olarak kişinin manevi yapısı, gelişimi, zihinsel yetileri, duygusal yapısı, benlik bütünlüğü gibi ruhsal yapının ve “ruh sağlığı bozulması”nın bilimce yapılmış tanımının kabul edileceği şeklinde de yorumlanabilir.
4. saptama: Hukuk tıptan karar vermesini kolaylaştıracak bir rapor beklemektedir. Bu durumda tıbbın mı önceki dönemlerde verilmiş yargı kararlarının sınırlarına uyulacağı, hukukun mu tıbbın nesnel tanım ve sınırlarına uyacağı sorusunun yanıtlanması önemlidir.
TCK’nın bu maddesinin ceza dengeleri bakımından adaletli hale getirilmesi gereklidir. Ama bu gerçekleşinceye dek düzenlenecek raporun tıbbi duruma uygun ayrıntıda olmasını sağlayacak nitelikte olması hekimlerin, adaleti sağlayacak cezaların verilmesi de yargıçların özen göstermesi gereken bir durum oluşturmaktadır. Yasanın ruhsal travma ile ilgili yapısal sorunun aşılması gerekmektedir.
Ruhsal travmanın bir bozukluğa yol açması travmanın büyüklüğü kadar, travma görenin dayanıklılığı ile de ilgilidir. Bu nedenle erişkin ve çocukların cinsel saldırı karşısında yaşayacağı ruhsal bozukluk aynı olmayacağından verilecek cezanın birbirine aynılık derecesinde yakınlığının adil olduğunu söylemek zordur.
Hukukçular arasında ağırlaştırıcı bir neden olarak cinsel saldırıya bağlı ruh sağlığı bozulmasının olağanın ötesinde, kalıcı ve yaşamı zorlaştıran ağırlığa sahip bir zararın varlığı, ölçütüne dayanması gerektiği, evrensel tanı ölçütleri, özürlülük yönetmeliği gibi nesnel değerlendirme ölçütlerine göre değerlendirmeyi öneren yazarlar da bulunmaktadır6.
2. Aşama- psikiyatrik değerlendirme: Travma, canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantı olarak tanımlanır. Beden travması hafif bir kızarıklıktan organ işlev yitimine ya da ölüme dek yayılan geniş bir aralıkta derecelendirilir. Hukuken beden dokunulmazlığının ihlali kapsamında değerlendirilir.
Psikiyatrik değerlendirmede, herhangi bir yaşam olayının travma oluşturmasının ana koşulu, “yaşantının olağandışı olması, olay sırasında dehşet, korku, kaygı, panik yaşanması, kişinin anlamlandırma süreçlerini bozması”dır. Travmatik olay “yaşamın tehlikeye girmesi, beden bütünlüğünün bozulması, kişinin sevdiklerine yönelik şiddet, kişinin inanç ya da ahlak sistemlerinin bozulması ya da bütün bu şiddet olasılıklarının tehdidi” olarak tanımlanabilir. Örnek olarak trafik kazası, deprem, işkence, tecavüz, taciz, iş ortamının bozulması ve işten çıkarılma tehdidi sayılabilir.
Ruh sağlığı bozulmayan cinsel saldırı mağduru olabilir mi? Cinsel saldırıya uğrayıp ruhsal durumu olumsuz etkilenmeyen insan düşünülemez. Cinsel şiddet önceki paragrafta açıklandığı gibi ruhsal travmanın tipik örneklerinden biridir.
Psikiyatr, dava dosyasında yer alan olayı ayrıntılı incelemeli ve mağdurun psikiyatrik muayenesini ve gerekli incelemeleri yapmalıdır. Tanıya varıldıktan sonra kişinin adli psikiyatrik değerlendirilmesine geçilir.
Bir tanıya varılmamışsa incelemenin derinleştirilmesinde yarar vardır.
Tanıya varılması durumunda öncelikle vurgulanması gereken yön, travmaya bağlı psikiyatrik bozuklukların “akut stres bozukluğu” ve “travma sonrası stres bozukluğu” ile sınırlı olmadığıdır. En sık rastlanan bozukluk bu ikisi olsa bile neredeyse tüm psikiyatrik bozuklukları kapsayan geniş bir yelpazede klinik tablolar oluşmasının olası olduğu bir durum sözkonusudur. Major depresyon, disosiyatif bozukluklar yelpaze içinde olasılığı yüksek olan bozukluklardır. Psikotik bozuklukların da söz konusu olduğunu unutmamak gerekir.
İkinci önemli yön saptanan bozukluğun travmatik olay sonucunda ortaya çıkıp çıkmadığının belirlenmesidir.
Üçüncü önemli yön travmatik yaşantıların yol açtığı bozuklukların dönemsel kalmama olasılığıdır. Ruhsal travmaya bağlı psikiyatrik bozukluklar (özellikle TSSB) uzun süre sessiz kalıp daha sonra yineleyebilir. Travmatik bir beden hastalığına benzetilmesi gerekirse yalnız kemik kırığı ile sınırlı değildir. Sonradan ortaya çıkabilecek “osteomyelit”e benzer. Yıllarca sonra ortaya çıkabilir. Bu durumda makul bir yargılama süresi içinde kalıcı bir belirti saptanmadan geçen sessiz bir dönemin ardından ortaya çıkabilecek bir kronik bozukluk sözkonusu olabilir.
3. Aşama- psikiyatrik sonucun hukuk diline çevrilmesi (adli psikiyatrik rapor): Olayın hemen ardından adli psikiyatrik rapor istenebilir. Erken dönemde adli psikiyatrik süreci tamamlayan bir rapor yerine bir arar rapor düzenleme eğiliminde olmak daha doğru görünmektedir. Ancak verilecek ara raporda da özen gösterilmesi gereken noktalar olduğu açıktır.
Bir travmanın sonrasında erken dönemde yapılan psikiyatrik muayenede sıklıkla rastlanan bozukluklar, akut stres bozukluğu, yas, disosiyatif bozukluklar, kısa psikoz tablolarıdır. Ancak sık rastlanan klinik tabloların olmaması kişide ruhsal bir bozukluk oluşmadığı anlamına gelmemelidir. Örneğin haftalar içinde major depresyon gelişebilir. Öte yandan cinsel saldırıya uğramış bir kişinin toplum içinde karşılaştığı olaylar, sorgulama ve yargılama süreçleri, tıbbi muayeneler hatta doğrudan psikiyatrik bilirkişilik sürecinin travmatik etkileri olacağı ve bunların travmatik etkilerinin de zaman içinde ortaya çıkacağı göz ardı edilmemelidir.
Erken dönemde bir tanıya varılmış olsa bile kişinin yasada tanımlandığı anlamda ruhsal bozukluğu olup olmadığının kararlaştırılması olanağı bulunamayabilir. Genel olarak erken dönemde düzenlenecek ara raporlarda kişinin ayrıntılı psikiyatrik muayene bulgularının ve son raporun verilebilmesi için gerekli zaman aralığının yazılması ve kişinin yeniden muayeneye gönderilmesinin istenmesi tıbben uygun olacaktır. Bu aşamada adli süreçten bağımsız olarak kişinin gereksinimi olan tedavinin de değerlendirilmesi, bu tedavinin verilmesi ya da verileceği bir kuruma gönderilmesi, böyle bir uygulama söz konusu olmuşsa ya da kişi tedaviyi kabul etmemişse bu bilgilere de adli psikiyatrik raporda yer verilmesi gereklidir.
Suçtan sonra geçen zaman altı ayı geçmeden cinsel saldırı mağdurunun ruh sağlığının bozulup bozulmamasıyla ilgili tıbbi psikiyatrik son rapor düzenlenmemesi doğru bir eğilim gibi gözükmektedir. Travma sonrası oluşan psikiyatrik tabloların zaman içinde görünümleri değişebileceği için kişi hakkında düzenlenecek farklı raporlar arasında bu değişkenliğe bağlı uyumsuzlukların azaltılması için bu aynı zamanda tıbbi bir gerekliliktir.
Ruh sağlığının bozulmasıyla ilgili rapor bir sudan örnek alarak su hakkında bir durum bildirimine benzer. Durgun bir gölden alınan örnek ile akan sudan alınan örneğin temsil ediciliği aynı değildir. Ceza sorumluluğu raporu sonlanmış bir sürecin geçmiş bir anı hakkında karar vermeyi gerektirdiğinden, adli psikiyatrik rapor gölden alınan örnek hakkında verilen karar gibidir. Ancak travmaya bağlı ruhsal bozukluklar hakkında düzenlenecek rapor çoğu olguda akan bir su hakkında karar vermeye benzer. Bu nedenle ruhsal travma hakkında verilecek, hem tıbben durumu doğru yansıtan, hem de hukukun işleyişine yardımcı olacak adli psikiyatrik rapor, sürecin tamamını kapsamalıdır. Travmanın erken, orta ve geç dönem etkilerini, aynı zamanda tıbbi bilgilere dayalı gelecek dönem olasılıklarını da içermelidir. Ancak böyle bir rapor yargıcın vicdani ve hukuki kararına yardımcı olabilir. Bu nedenle raporda oluşmuş ruhsal bozukluğun “yineleme, süregenleşme” riskinden mutlaka söz edilmelidir.
Tartışma daha çok “ağırlaştırıcı etmen” üzerinden yürütülmektedir. Oysa ağırlaştırıcı etmen olmadan verilecek ceza da bir zaman aralığı tanımlamaktadır. Bu zaman aralığının en az ya da en çok süreye göre değerlendirilmesi için de yargıcın hukukii kanaatine yardımcı olacak tıbbi bilgi gereklidir. Tıbbi bilgiyi ayrıntılı bir biçimde yansıtan bir rapor yargıcın vereceği kararın tıbben doğru, hukuken isabetli olmasına yardımcı olacaktır.
Aynı şekilde hekimlerin raporda saldırıya uğrayan kişinin travma öncesi dayanıklılığını da değerlendirmesi, dayanıklılığı bozan bir tıbbi bulgu varsa bunu da raporda belirtmesi gerekir. Örneğin çocuk yaşta olmak doğrudan düşük dayanıklılık anlamına gelmektedir. Ancak bunun dışındaki ruhsal etmenlerin de raporda belirtilmesinde yarar vardır.

4. Aşama- yargıcın psikiyatri bilgisiyle yazılıp, hukuk diline çevrilmiş metni anlaması: Hukuk açısından önemli olan “gerçeğin araştırılması” ve “haksızlığın giderilmesi”dir. Cinsel saldırıya bağlı olarak oluşan ruhsal bozukluğun değerlendirilmesinin durumdan çok süreçle ilgili olduğu gerçeğinin hukukçular tarafından görülmesi ve bu sürecin hukuki uygulamadaki karşılığını onların bulması gerektiği açıktır.
Cinsel saldırı mağduru hakkında düzenlenen adli psikiyatrik raporun yalnızca “ağırlaştırıcı neden” değerlendirilmesi amacıyla istenmesinin hukuki bir eksikliktir. Asıl cezanın sürelerinin belirlenmesinde kişinin yaşamak zorunda kaldığı ruhsal durum ve sorunların da değerlendirilmesinin hukuki yararı açıktır. Bu nedenle önlerine gelen adli psikiyatrik raporun yalnızca “kalıcı ruhsal bozukluğa” odaklı olmamasını, aynı zamanda cinsel saldırının sonucunda yaşanan ruhsal durumun “ağırlaştırıcı neden” dışında da değerlendirilmesi için alışkanlıklarını değiştirmeleri “araştırılan gerçeğe ulaşma” konusunda büyük yararı olacaktır.
Yargının bilirkişi raporu istemesi “gerçeğin ortaya çıkarılması” amacıyla olduğuna göre, bilirkişinin bilgi alanı ile ilgili bir yönlendirmenin yargıdan gelmesi “gerçeği biçimleme” anlamına geleceği için hukuki sayılamaz.
1. Yasa “bedensel ve ruhsal bozukluk”tan söz etmektedir. “kalıcılık”tan değil2.
2. “Kalıcı olmayan ruhsal bozukluklar” da cinsel saldırı ile ortaya çıkmış olduğuna göre bunların da değerlendirilmesi gerekir. Bir bedensel saldırıda yaralama olup olmaması, yaralamanın derecesi ağırlaştırıcı neden olmasa bile asıl cezanın süresinin belirlenmesinde yararlanılan bir bilgi iken, aynısının ruhsal zedelenme için de değerlendirilmesi tıbbi bilgi gereğidir. Bu noktada tıbbi bilginin hukuki bilgi olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Kuşkusuz bu öneri hukukçulara hukuku öğretmek gibi algılanmamalı. Ancak bu konudaki bakış genişliğini yalnızca yargıçların değil aynı zamanda iddia ve savunmanın da edinmesi gerektiği açıktır. Yargılamaya tıbbi bilirkişilik yapan psikiyatrların, kendi bilgi biçimlerine uygun rapor yazma zorunda oldukları açıktır. Unutmayalım ki, adli psikiyatrik raporların aynı dili, aynı üslubu, aynı geniş bakış açısını içermesi durumunda yargı uygulamasında da bir genişleme olmasını bekleyebiliriz.

Sonuç
Ülkemizde adli psikiyatri uzmanı olmadığından bütün psikiyatri uzmanlarının aynı zamanda adli psikiyatri raporu yazmakla görevlendirilme olasılığını göz ardı etmemek gerekir. Bu nedenle psikofarmakoloji ya başka klinik bilgiler gibi adli psikiyatri bilgisinin de dağarcığımıza eklenmesi zorunlu.
Dağarcığımıza eklenenin bir “çeviri bilgisi” olması, hukukun psikiyatriden ne istediği, bu isteğin nasıl karşılanacağı bilgisini içermesi gerekir. Bilirkişinin bilgi tanığı olduğunu, rapor yazarak yargının gereksinimi olan kanıt sağlama görevinde olduğu, ancak bilgi toplama ve rapor oluşturmanın bilirkişilik bilgi alanının kurallarına göre olacağı gerçeğini unutmamalıyız. Adli psikiyatrik raporun dili psikiyatrinin dili olmalıdır.
Adli işlemler için rapor düzenlemede psikiyatri bilgisinden yararlanacaksak, “hastalık yok, hasta var” kuralının burada da geçerli olduğunu, kişiye ve duruma göre rapor düzenlenmesi gerektiğini akılda tutmalıyız. Adli psikiyatrik raporların duyarlı bir inceleme ve incelikli bir yazımla düzenlenmesi gerekir. Tanı ve hukuki sorunun yanıtı bütün gerekçeleri ile raporda yer almalıdır.
Yargı kurumlarının adli psikiyatrik rapor gerektiren davalarda geçmişten devralınan kalıpların yinelenmesi yerine yeni Türk Ceza Yasası’nın tanıdığı genişliği, insan hakları ve nesnellik lehine yorumlamaya yönelmesi istenen bir gelişmedir. Bu bağlamda yazılacak raporların hak genişletici ve nesnelliği sağlayacak ayrıntıda yazılmasının önemi açıktır.
Kaynaklar:
1. Ceza Muhakemesi Kanunu, kanun no: 5271, kabul tarihi: 4. 12. 2004 http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5271.html.html
2. Türk Ceza Kanunu. Kanun no: 5237, kabul tarihi : 26. 9. 2004 http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5237
3. Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihadı. 20. 11. 2007 /240 http://www.adalet.org/cbekran.php?id=5571
4. Adli Tıp Kurumu Kanunu, kanun no: 2659, kabul tarihi: 14. 04. 1982 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/587.html
5. Türk Ceza Kanunu, kanun numarası: 765, kabul tarihi: 01. 03. 1926 http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/765.htm
6. Erol A. Cinsel İstismar ve Saldırı Suçlarına İlişkin Sorunlar-Eleştiri ve Öneriler / Ruh Sağlığının Bozulması Kavramı. http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1131.htm
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Adli Psikiyatri- İki Dil Arasında Çeviri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Mustafa Sercan'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
24-01-2012 - 20:38
(4466 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
8154
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 2 gün 21 saat 10 dakika 10 saniye önce.
* Ortalama Günde 1,83 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 45633, Kelime Sayısı : 6218, Boyut : 44,56 Kb.
* 4 kez yazdırıldı.
* 7 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1428
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,05729604 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.